Mar 08

Radyonun kokusu | Eda Ceren Kaya

Yazan Editör Kategori atölyeden

radyonun-kokusuKapı birden vuruldu. Delikten bakan adam, gelenin badem bıyıklı ve iyi giyimli biri olduğunu fark edince duraksadı. Elini kapının kolundan çekti, parmak uçlarında kilere doğru ilerledi. Av tüfeğini kaptı, olduğu yere çöktü. Kapı daha sert çalmaya başladı. “Açın kapıyı! Ben…”

James Bond gözlüklü dolmuş şoförü tam burada radyoyu kapattı, en arkada oturan çocuklu kadına “Abla Kemeraltı çarşısı burası, şöyle yanaşayım da sen in” dedi. Kadın, çocuğu ve torbalarıyla bin bir zahmetle inmeye çalışırken açılan kapıdan gelen rüzgârla şoförün hacı yağı kokusunun genzimi yaktığını fark ettim. Bir de uzun zamandır radyo tiyatrosu dinlemediğimi. Oysaki çocukluğumun pazarlarının vazgeçilmeziydi. Zeytin ağacının altında radyoyu dinlerken her zeytin tanesini tiyatronun kahramanları yapardım. Aniden hafif kül kokan boyozun ve körfez lodosunun kokusu geldi burnuma. Her şeyin bir kokusu vardır benim zihnimde. Huzur, mayıs ayında babamın diktiği ilk yaseminin, hüzünse çocukken ablamın iki tekerlekli bisikletiyle gövdesine yapıştığım limon ağacının kokusudur ruhumda.

Konak-Güzelbahçe dolmuşuna işim yoksa bile ara sıra binerim. Bin bir çeşit yolcuyu izlemenin tadı çiğdemin eşlik ettiği açık hava sinemalarında bile yok. Bugünlerde bine bine dolmuşçularla birbirimize alıştık. “Ne iş yapıyon be ağabey, böyle gün aşırı bizimlesin” dedi içlerinden en genci geçen gün. “Amatör koku mütehassısıyım ben, sonra o kokuları yazıya döküyorum, kelimeler kiralıyorum onlara yani. Bir nevi duyular arası arabulucuyum anlayacağın” dedim. Anlamamış olacak ki kafasını sallamakla yetindi. Sonra öğrendim, adı Tekin’miş. Babasının zoruyla girmiş bu işe ama kazandığından memnunmuş.

“Beni balıkçının önünde indiriver” dedim bizim James Bond’a. Küçük bir Ege beldesinde yaşamanın en güzel yanı mahalle kültürünün hâlâ var olmasıdır. Emin amcanın taze lagosları ve manav Tufan’ın deniz börülceleri eve yol alırken huzurun saklı olduğu yasemin kokusunu hissettirir bana hep.

Her akşam olduğu gibi, eve varır varmaz balıkları kızartıp 33’lüğü annemin kenarlarını dantelle işlediği beyaz masa örtüsü serili küçük masama koydum. Evimde televizyon yok. Her şeyi duyup hiçbir şeyi görmemek, zihnimde kurgulamak daha cazip geliyor. “Lodos’un Sesi” programından kazandığım nostaljik görünümlü radyomu da koydum pencerenin kenarına. Tam “değmeyin keyfime” faslına geçeceğim ki kapı çaldı. Radyoyu açmış olsam duyamayacağım ürkeklikte bir çalış. Kapı bile şaşırmış olacak ki gelene, paslanmış menteşelerin gıcırtısı duyulmadı açarken. Karşımda geçen günkü genç dolmuşçu Tekin.

“Ağabey müsaade var mı? Şu duyula mı, kokula mı bene bi anlatıvesen dedim.”

Gaye’nin notu: Yazı çizi atölyesi ürünlerinden.

Yorumlar akışı .

Yorumlar

  • Tarık

    “Kapı bile şaşırmış olacak ki gelene, paslanmış menteşelerin gıcırtısı duyulmadı açarken. ” ne güzel bir ifade böyle.
    Bu küçük hikaye ve özellikle de başlığı harika. Tebrikler…



yazı çizi  
Facebook Twitter More...