Ara 30

Takıntı mı hassasiyet mi? | Fazilet Sitare

Yazan Editör Kategori atölyeden

İbrahim önündeki yemek listesine bakıp ağlıyordu. Gözyaşları minik toplar halinde yanağından süzüldü ve en sevdiği yemeğin ismine düştü. Kalın parlak kartonun üzerinde uzun süre kaldı o damla.

Biliyordu, erkekler ulu orta ağlamamalıydı ama gözyaşlarına engel olamamıştı.

Urfa kebabının “K” sinin üstünde bozulmadan kalan damla, harfi daha büyütmüş ve dikkatini üzerine çekmişti. Bu, ağlama hissini pekiştirdi. Diğer masalardaki müşterilerin yemeklerini yerken fısıltılarla konuşmalarına aldırmadan sürdürdü ağlamasını. Kumaş peçeteyi aldı eline ama kendisine bakıldığını hissedince cebinden çıkardığı kâğıt mendile sildi gözyaşlarını ve her ağladığında akan burnunu. Görmesek bile üzerimizdeki bakışlardan rahatsız oluruz. İbrahim de görmediği halde bunu hissettiğinden yemeği gelmeden kalktı, masaya bir miktar para bırakarak çıktı lokantadan.

Elleri ceplerinde, yüzüne çarpan rüzgârdan ve yağmurdan az da olsa korunmak için ceketinin yakasını kaldırıp yürüdü sokaklarda. Damlalar toprağa hızlı hızlı düşüyor, İbrahim yürüyordu aldırmadan. Yağmur vücudunu,  üzüntüsü içini ıslatıyordu. Ağzında kekremsi bir tat vardı: kuru erik. Bu tadı aldığında mı üzülürdü yoksa üzülünce mi böyle olurdu, bilemedi. Onunla aynı yağmurda ıslanmalı, ağzındaki bu tat yerine çilek reçeli lezzeti olmalıydı şimdi. Yumruğunu ıslak başına vurdu “kafasız” dedi, bu kadar takıntılı olacak ne vardı! Ne olurdu sanki bazı şeyleri görmezden gelse. Dünyayı o kurtarmayacaktı ya. Bir harfle mi değişecekti dünya! Düşündükçe kızdı kendine, kızdıkça daha çok ıslandı yüreği.

İbrahim Türkçe öğretmeniydi ve bütün yazım yanlışlarının onun düzeltmesi için yapıldığını sanırdı.  O gün eskiden beri uzaktan sevdiği, komşularının kızıyla ilk buluşmalarıydı. Evden çıkarken söz vermişti kendine: Asla konuşmalarındaki yanlışları, anlatım bozukluklarını düzeltmeyecek, o şakıyacak, İbrahim dinleyecekti.  İlk yarım saat çok yüksek sesle konuştuğunu, davranışlarının abartılı olduğunu “e” harfini “a”ya yakın çıkardığını, kelime bulamayınca “şey”e sığındığını fark etse de güzelliğinin hepsini örttüğü düşüncesiyle sustu ve dinledi.

Her şey çorbadan sonra yemek listesini tekrar eline almasıyla başladı. Olamaz, dedi. Bu kadar nezih bir lokanta nasıl dikkat etmezdi yazım yanlışına! Urfa kebap yazarken “k” küçük olmalıydı. Bunu sesli söylemişti.

“Efendim, dedi kız. Bana mı dedin?”

“Yok canım, yemeğin ismini yanlış yazmışlar da.”

“Eee, ne olmuş?”

“Ben bu konularda biraz hassasım, dikkat etmeleri gerekir, diye düşündüm.”

“Başka hangi konularda takıntılısın?”

“Takıntılı denemez sanırım, bu benim işim.”

”Bu, lokanta sahibinin işi. Ha büyük harf olmuş, ha küçük, ne fark eder?”

“Öyle deme, dilimize sahip çıkmalıyız.”

“Bırak canım sen de. Annem söylemişti zaten sen onunla anlaşamazsın, küçükken de ‘dediğim dedikti’,  üniversite okuyunca kim bilir nasıl olmuştur, diye. Bir harfe takılan, benim konuşmalarımda neler bulmuştur.”

“ ‘E’ harfine dikkat edersen, ‘a’ gibi çıkıyor, bir de çok fazla ‘şey’ kullanıyorsun.”

Demeye kalmadı, bardaktaki suyu yüzüne fırlatarak kalktı kız masadan.

İbrahim, önündeki yemek listesine bakıp ağlıyordu.

Yorumlar akışı .

Yorumlar



yazı çizi  
Facebook Twitter More...