Aktarım | Sezgi Aytekin
Yazan Kategori atölyedenKapı çalıyor. Zırr zırrr. Israrla çalıyor. Zırrr zırrr. Gecenin bir vakti kim gelebilir ki! Ahmet koşup kapının ardından birkaç kez “Kim o” diye sesleniyor. Ses yok, ses gelmedikçe merak ve korku duygusu artıyor. “Açmayalım” diyorum. “Açmayalım ki bitsin bu saçmalık.” Bütün gece yaşadıklarımız yetmezmiş gibi. Bir de bu neyin nesi ise…
“Ahmet” diyorum, yok gitmiş. Mutfaktan büyükçe bir bıçak alıp gelmiş, bir eli de kapıda. “Ne yapıyorsun” diyorum. “Çekil kenara, nefsi müdafaa diye bir şey var” diyor. Tabii avukat beyimizden daha mı iyi bileceğiz! Delikten bakıyoruz ama kimse yok. Amiyane tabirle, götümüz üç buçuk ata ata kapıyı açıyoruz. O da ne! Birtakım Reptilianlar evimize gelmiş, oğlumuz Can’ı alacaklarını söylüyor. “Bu ne saçmalık canım, önce beni çiğnemeniz lazım, anayım ben ana” diye haykırıyorum. İçlerinden biri kendini sevimli zannederek, o biçim bir ses tonuyla “Bırakın müsaade edin, geri getireceğiz, şimdi bize lazım” diyor. “Lazım derken kardeş” diyorum. Ama o “kardeş” sesi ağzımdan çıkarken giderek küçülüyor, duyulan bir “şşşş” gibi. Kime söylesen anlamaz yani, o kadar bir içine kaçma eylemi. Sonra kem küm ediyorum. İçlerinden biri daha agresif görünüyor, “Bu ne çene kadın ya, abicim sen nasıl dayanıyorsun bu kadına” diyor. Ahmet’ten ilk kez ses yok, bu soruyla hafif rahatlama geliyor adama resmen, bıyık altından gülümsediğini bile hissedebiliyorum. Eminim ki oradaki “abicim” kelimesine o da takıldı.
Neyse ben şartları biraz daha zorluyorum, ufacık bebek anası olmadan ne yiyip içecek delirdiniz mi siz, falan desem de “Eee kesss bee” diye bir ses beni bölüyor. İnanabiliyor musunuz, beni bölüyor, ilk kez çenem işe yaramadı. Korkup susuyorum. “Hanım hanım” diyor. “Hanım” kelimesine takılıyoruz ailecek farkındayım. “Sanılanın aksine herkes uykusundayken, kimseye görünmeden de almayı bilirdik, Reptilianlık yapıp iyilik bizde kalsın dedik, kes sesini, çocuğu doyur ve getir bize, haydi çabuk.” Cümleler arası es verilmeden, hepsi ardı sıra emir telakki ediyor resmen.
Sözüm ona yapacakları bir kaos için yeni doğan çocukların kahkahalarına ihtiyaçları varmış. Bütün çocukları topluyorlarmış. İki gözümüz iki çeşme kabul ediyoruz ve ortadan kayboluyorlar. Hissetmiyoruz bile bu gidişi. Pek iyi yürekli oldukları için dondurmuşlar bizi, aslında bütün insanlığa yapmışlar bunu.
Artık kaç gün uyutulduksa… Bizim zaman mefhumumuzla onlarınki aynı mıdır bilemiyorum. Öylece kalmışız olduğumuz yerde. Bari oturtup öyle uyutsaydınız. Böyle kapıda ayakta bırakmaya ne gerek vardıysa. Neymiş efendim “karşılama ve uğurlama” ritüellerinin bir parçasıymış. Tüm insanlığı böyle bırakınca kaosları tutuyormuş, bu da onların totemiymiş. Her otuz senede bir yineliyorlarmış.
“Demek bana denk gelmedi de, Mürüvvet ablamgillerin ortanca oğluna denk geldi zahir” diyorum Ahmet’e.
“Aman be kadın, her yerde kendine yontacak bir şey buluyorsun ya, bazen sana inanmakta güçlük çekiyorum, pess.”
“Ay öyle deme Ahmetçiğim, bana denk gelmiş olsa, oğluşumla aynı kaderi paylaşabilirdim. Bu ne harika bir deneyim olurdu değil mi sayın Reptilian?” Bey mi hanım mı bilemediğimden o kısmı karıştırmıyorum hiç.
Domuz gibi bir surat ve kalın tok bir sesle “İşimiz bitti, gidelim buradan” diyor. Hayır yani ne var azıcık gülümseseler. Bu cümleyi söylerken bir anda ampul yanıyor bende, dönüp Ahmet’e:
“Aa kız Ahmet, demek ki bunlar o yüzden kahkahaya ihtiyaç duyuyorlar. İnsan suretinden taşımak için” diyorum.
Ahmet donuyor tekrar, o arada “Töbe bismillah adama n’oldu” diye hayıflanırken, çoktan gitmiş Reptilianlardan biri aniden önümde bitiyor. “Bravo seni küçük, az çok yakaladın sırrımızı ama bu sandığından daha karmaşık bir şey, dahası var… Eminiz ki, kendinin ve ailenin, hatta sülalenin vahamete uğramasını istemezsin. Bu olup bitenlerden birine bahsedersen seni ve yedi ceddinizi uzayın derin boşluğuna gömeriz. Evren dediğiniz bu dünyada sizden tek bir iz kalmaz” diyor.
Gözlerim yerinden fırlayacak gibi oluyor, kalbim çoktan dışında atmaya başladı bile, “Eeemmriniz olur” diyorum sesim titreyerek. Bu kez arkasından bakmama müsaade ederek, sanırım gücünü göstermeye çalışıyor, gökyüzünün enginlerinde gözden kayboluyor. Yıllar boyu bu yükü tek başıma omuzluyorum. O ara Ahmet’i dondurduklarında, saniyelik hafızasını da silmişler. Son sözlerimizi hatırlamıyor. İşte ben de sırf bu yüzden, zamanı gelince, olanları sadece torunuma aktarıyorum. Tabii ki söylemeyecektim, biliyorum. Ama hesaplarıma göre, torunum, kendi kızıyla aynı kaderi paylaşabilir. Ve bunu bilmeye hakkı var. Şimdi neslinin nasıl devam edeceğini o düşünsün. Ben sıramı savdım…
Not: yazı çizi atölyesi öykülerinden.