Allah bağışlasın | Yahya Salim
Yazan Kategori atölyedenKızıl saçlı iki oğlan çocuğu ekmek aldılar fırından. Koşarak çıktılar sokağa. Baba, diye seslendikleri adamın iki yamacında yürümeye başladılar. Elinde siyah bir naylon torba vardı.
Köşedeki bakkalın önünde yaşlı bir kadın oturuyordu. Sıkı sıkıya sarınmış çaputlarına. Sadaka niyetine bir nesne uzattı çocuklardan biri. Arapça bir şeyler söyledi kadın. Çocuk da aynı şekilde cevap verdi. Neşeyle babasına koştu. Bir şeyler anlattı. Cıvıl cıvıl.
Ne güzel bir tesadüf. Ruhumu hafifletti çocukların neşesi ve merhameti.
Caddeyi beraber geçtik. Alışveriş merkezine gidiyor olsalar gerek. Ayakkabı alacak babaları belki onlara.
Sokağın karşısında bir yaşlı kadın daha. Kızıl saçlılardan biri karşıya koştu, duraklayan arabaların arasından. Ona da bir nesne uzattı.
İyilik dolu bir akşama çıkmışım meğerse. Ben de karşıya geçtim, düşünmeden bir bozukluk uzattım. Kadıncağız, Allah razı olsun, dedi kırık Türkçesiyle. Gülümsedim. Bir yandan da gözüm çocukta. Babasıyla konuşmayı düşündüm, aman ha, trafiğe dikkat. Çocuklarına duyduğum şefkati hediye etmek istedim ona, dünyaya kattığı iyiliğe karşılık.
Şimdi arkamdan yürüyorlar. Hararetle konuşuyor kızıl saçlılar. Ne mutlu babaya!
Çocuklardan biri seslendi, döndüm. Abi, bir lira! Adam bir kâğıt mendil çıkardı torbadan, gülümseyerek uzattı. Bütün paramı verdim, teşekkür ettim. Bir mendil daha, bir tane daha. Ceplerim doldu, yeter dedim gülerek.
Allah razı olsun, dedi. Aman ne demek!
Babamın ana dilini konuşamamak daha çok koyuyor böyle zamanlarda. Çocuklarını övmek isterdim. Allah olsa, bu çocukları sana, seni onlara bağışlasa. Size sıcak bir yuva ve güvenli bir gelecek nasip etse. Söyleyemem ki bunları.
İnancımı yitireli çok oldu. Benim memleketimde çocuklar birer birer öldürülmeden ve benim ülkemin müminleri o çocuklara bir rahmeti bile çok görmeden önce yitirdim.
Hemen paketlerden birini açtım, gözlerimi kuruladım. Ah Allah olsa, kâğıt mendil satarak kazandıkları üç beş kuruşu kendilerinden daha talihsiz vatandaşlarıyla paylaşan bu çocuklardan esirgemese rahmetini…
Karşıdan trans olduğu belli bir kadın süzüle süzüle yürüyerek geliyordu.
Ah be bacım, dedim içimden, hiç sırası değil şimdi. Aşkın saati kaça olur muhabbetiyle bozma şu anı.
Karşımda durdu kadın. Kulaklarım uğulduyordu, nabzım hızlandı. Omuzlarından, bir kumrunun kanatlarını açarken çıkardığına benzer bir ses çıktı. Ama daha sert bir şekilde (ne de olsa transtı kadın), yükseldi yerden:
Mesele o değil be güzelim, dedi, insan kendisi için dua eder. Yoksa nasıl dayanır şu zavallı ruhun bunca sefaletine dünyanın.
Demesiyle yok olması bir oldu. Adı Süveyda, sanki öyle demişti. (Metin Altıok’un bir şiirini okumuştum o akşam, dizelerde teselli ararken, başkalarının ayetlerde aradığı gibi. Hafızam yanılabilir ondan.)
Arkama döndüm. Çocuklar hâlâ babalarına bir şeyler anlatıyorlardı. Meleği görmemişler. Yanlarına gittim, adama sarıldım. Tedirgin, yarım yamalak gülümseyerek bakıyordu bana. Allah bağışlasın sana çocuklarını, dedim, seni de onlara. Allah cömert yüreklerinize büyük sevinçler nasip etsin.
Adam elini kurtardı. Şükran dedi, şükran habibi.
Onlar hızla uzaklaştı. Ben yoluma devam ettim. Uzakta bir köpek havlıyordu.
Not: yazı çizi atölyesi öykülerinden.