Baş eden | Güleyni
Yazan Kategori atölyedenAğabeyim Hold ben onu bildim bileli, o beni bildi bileli, eşine az rastlanır bir hastalıkla baş etmekteydi. Yüzünün sol kısmında, yer çekimi olmasa akmaya başlayacak, annemin yaptığı lapa kıvamında ikinci bir yüz vardı adeta. Kaşı gözü olmayan bir yüz.
Bütün mahalle Hold’u çok severdi ancak yüzlerindeki tiksinti dolu ifadeyi silememişlerdi. Ağabeyim de gözlerinin olmamasını dilediğini söylerdi, böylelikle ne kendi ucube suratını ne de ona bakanların suratlarını görecekmiş. Okula gitmekten vazgeçmişti. Annemin bile ona acımayla baktığı zamanların olduğu bir dünyada okula gitmek onun için bir eziyetmiş. Bütün aile sessizce ona hak vermiştik.
Günlerini kitap okuyarak geçirirdi Hold. Ona fil adam kitabını almıştım, onu kırmaktan ölesiye çekinerek. Bu çekincemi paylaştığımda “Biliyor musun, fiziksel görüntü insan hayatında çok önemli. Böyle bir çirkinlik insanların birbirlerinde asla göremeyecekleri şeyleri görmemi sağlıyor. Çünkü karşında bir ucube varsa onun görüntüsünden gözünü alamazsın, ne yüreğine ne aklına bakarsın. Benim için hiçbir şey ne şaşırtıcı derecede çirkin ne de güzel” demişti. Ben de aynı evin içinde bir çirkinle yaşayarak çirkinliği ortadan kaldırmıştım. Ağabeyim bana çok şey öğretti, sadece var olarak. Hastalığı ilerledikçe sol gözünde görme sıkıntıları başlamıştı. Artık kitap okuyamıyor, daha çok film izliyordu. Fil adamın filmini de izledik beraber. Pek hoşlanmamıştı, bir ucube olarak sirkte sergilenmenin, beyaz perdenin arkasına sıkıştırılmaktan daha gerçek olduğunu ve görüntüsünün gerçekliğin vücut bulmuş hali olduğunu düşünüyormuş.
Engel olamadığım bir biçimde giderek mutsuzlaşıyordu. Okulu bırakma kararı aldığı gibi hayatı bırakma kararı almasından ve bizim de sessizce hak vererek kabul edeceğimizden korkuyordum. Hold, Camilla ile karşılaşana dek. Camilla şişman, çillerinin arasında gözleri pırıl pırıl parlayan, bütün kasabanın hakkında konuştuğu, çok kötü şeyler yaşadığı için büyükannesinin yanına taşınmak zorunda kalan, ağabeyimden birkaç yaş büyük bir kızdı. Neler yaşadığını kimse bilmiyor, öğrenemedikçe daha çok hikâye uyduruyorlardı. Bu ilginç kızın görüntüsü de, hareketleri de kendine dair hiçbir ipucu vermiyordu, neredeyse mimikleri bile yoktu. Hold bundan hoşlanmış olacak ki Camilla’nın ona herkes gibi davrandığını söylüyordu. Ona âşık olmuştu bence ama böyle düşündüğümü duyduğunda, şefkatle bakıp aşkın ne olduğunu hiçbir zaman anlayamayacak kadar güzel olduğumu söylemişti. Her gün Camilla’nın büyükannesinin kahve dükkânına gidiyor, sipariş verirken, hesap öderken Camilla ile yapacağı aşırı sıradan muhabbetleri kolluyordu. Hatta bazen kahvesini bilerek döktüğünü ya da bir bardak su istemek için boğazına kurabiye kaçmış gibi davrandığını itiraf etmişti, yüzüne yani yüzünün sağ tarafına çocukluğumdan beri görmediğim hınzırca bir sırıtma yerleşmişti.
Asla mutlu olamayacağından emindi. Mutluluğa kendini yakın hissettiği zamanlarda, hayatında hiçbir şeyin değişmediğini sadece günlerinin daha güzel geçtiğini tekrarlayıp duruyordu. Bazen ben de onunla kahve içmeye gidiyordum, bazen değil neredeyse her gün. Camilla kahve veriyor, tabakları topluyor, bulaşık yıkıyor, evet diyor, hayır diyor, ona söylenenleri yapan bir robot gibi dükkândan hiç çıkmadan bütün gün orda çalışıyordu. Hold ona bazen hediye verdiğini anlatıyordu, kâğıttan gemi, çiçek, yoldan topladığı taşlar. Hediyelerini Camilla’nın su bardağının yanına bırakıyormuş çıkarken. Ertesi gün geldiğinde yine orda buluyormuş ve bir gün dayanamayıp fark edip etmediğini sormuş, Camilla onları görüyormuş ama eline alma gereği bile duymamış. Orada öylece duruyorlarmış; kimin, kime, ne zaman, neden bıraktığının bir önemi yokmuş. Onun için hiçbir anlamı yok biliyordum, ama Camilla’ya tarifsiz bir şekilde minnet duyuyordum. Bir gün ağabeyime herkesten farklı davranmasından, onu fark etmesinden korksam da.
Kahvecinin önünde, kasabadan tek tük geçen arabalardan birinin çarpıp ucube kafasını parçaladığı Hold’un tepesinde durmuş, sol yanının yüzünden nasıl bu kadar nizami bir şekilde ayrıldığını anlamaya çalışırken, Camilla dükkânın önünü süpürüyordu, havalandırdığı çalı çırpı parçaları ağabeyimin kanlı suratına konmuştu. Eşine az rastlanır bir hastalıkla baş etmekteydi Camilla. Hiçbir şeyi hiç kimseyi umursayamıyordu. Anladım ki ağabeyimi hiç fark etmemişti.
Not: yazı çizi atölyesi öykülerinden.