Beyaz örtü | Serpil Akçay
Yazan Kategori atölyedenSorunsuz ama yoğun geçen gece nöbetinden sonra biraz ayılabilmek için bahçeye çıktım. Gün daha yeni ağarıyor, gökyüzünde birkaç yıldız yanıp sönüyordu. Arka bahçeden gelen ıhlamur ve leylak ağaçlarının muhteşem kokusu beni mest ederken, bütün yorgunluğum kaybolmuştu.
Banklardan birisine tam oturmuşken kantinci Erol dibimde bitiverdi. Elindeki bol köpüklü kahveyi masaya bıraktı.
“Hayrola Erol bu ne hız, rüyanda mı gördün beni” dedim gülerek.
“Hiç uyuyabildin mi diye sorsana, dün gece neredeyse hakkın rahmetine kavuşuyordum.”
“Hadi be. Otur, otur da anlat.”
Erol karşımdaki banka çöktü. Gerçekten kötü bir gece geçirdiği, morarmış gözaltlarından, beti benzi atmış yüzünden belli oluyordu. Başladı anlatmaya.
“Abla, bizim otopsi teknisyeni Hüseyin var ya, bana dün gece öyle bir şaka yaptı ki neredeyse kalp krizinden ölüyordum.”
“Eee” dedim sabırsızlıkla.
“Gece saat üç gibi bir cenaze geldi, psikolojik sıkıntıları olan bir kadın evinde asmış kendini.
Nöbetçi doktor Hasan Bey ‘Hüseyin, bu ası olduğu için hemen buzdolabına koyma, koridorda bir müddet beklesin, ne olur ne olmaz, tekrar canlanırsa bir de soğuktan öldürmeyelim kadını’ dedi.
Hüseyin de ‘Olur hocam’ diyerek cenaze arabasından sedyeyle aldığı cesedi morgun koridoruna koydu. Ben o ara nöbetçi savcı için çay demlemeye gitmiştim. Bir süre sonra savcı beni aradı, ‘Oğlum çayı otopsi salonundaki odaya getir’ dedi. Aldım götürdüm. Ne bilirdim başıma bunların geleceğini.
Girdim koridora, ceset boylu boyunca sedyede yatıyor, üzerinde beyaz örtü, Allah biliyor ya tırsmadım değil, kalkar dirilir falan diye. Neyse tam odanın kapısına dönmüştüm ki arkamdan bir hışırtı geldi. Bir süre ne yapacağımı bilemedim. Sonra başımı yavaşça arkaya çevirdim.
Bir baktım ki sedyedeki ceset kalkmış oturmuş. İlk önce gördüğüm şeyin gerçek olduğuna inanamadım. Sanırım o an aklım başımdan gitti. Cesedin başı yavaş yavaş bana doğru döndü. Bir müddet ona öylece baktım. Felç geçirmiş gibiydim. Kaçmak istiyordum, ama ayaklarım hareket etmiyordu. Neden sonra elimdeki tepsiyi ‘Alllahhh’ diyerek fırlattım da kapıya doğru koştum. İttiriyorum ittiriyorum açılmıyor. Kan ter içinde kaldım. Birden omzumda bir el hissettim. Beynimde bir ışık yandı söndü sanki, sonra bütün cesaretimle arkamdakini öyle bir ittirdim ki ben bile kendime inanamadım. O hızla doğru savcının odasına girdim, ayaklarım birbirine dolanıyordu. Bir baktım altıma işemişim. Sonra pencereden bahçeye atladım, koşmaya başladım. Koştum koştum…
Nereye gittiğimi bilmiyordum. Aklım başımdan uçmuştu. Öyle ne kadar koştum bilmiyorum, sonra beynimin çalışan kısmı ‘Ne yapıyorsun?’ dedi bana. Durdum birden. Yolun kenarına çöktüm. Kalbim o kadar gürültülü atıyordu ki sesini duyabiliyordum. Oturduğum yerden gelen geçen arabaları izledim bir süre. Sonra yaşadıklarımı bir bir hatırlamaya başladım. Kalktım sonra geldim buraya.
Geldiğimde Hüseyin bahçede beni bekliyordu. Yüzünde korku, üzüntü, şaşkınlık, utanç, her türlü ifade vardı. Onu görünce bende şimşek çaktı. Yaşadığım her şeyin onun eşek şakalarından biri olduğunu anladım. Bana ‘İnan anlarsın sanmıştım benim olduğumu’ dedi. Bağırıp çağırayım, küfredeyim dedim yapamadım. Baktım o benden beter olmuş. Çok özür diledi, elimi ayağımı öpmeye çalıştı deli, affettim tabii ben de.”
Erol’un anlattığı her şeyi soluksuz bir şekilde, sözünü kesmeden dinlemiştim. O susunca yorgun yüzüne baktım uzun uzun.
“Bir gün biriniz bu eşek şakaları yüzünden hakkın rahmetine kavuşacaksınız” dedim kızgınlıkla. “Arkadaş böyle şaka mı olur? Ya kalp krizinden ölseydin?”
“Haklısın” dedi Erol, kalktı kantine doğru koşmaya başladı. Bir yandan da bağırıyordu.
“Bunun bir rövanşı olacak mutlaka.”
Not: yazı çizi atölyesi öykülerinden.