Şub 01

Bokalanı | Güleyni

Yazan Editör Kategori atölyeden

Suriye’den geldiğimizde on beş yaşımdaydım. Neredeyse bütün mahalle göç etmiştik. Yaşlıların bazıları topraklarında ölmeyi tercih etti. Onları geride bırakan aileler çocuklarının gelecekleri için geçmişlerinden vazgeçtiler. Yürüdüğümüz yollar boyunca hep arkalarına baktılar. Sanki Allah gökten mucize indirecek ve geçmişlerini bir anda peşlerinde bitiriverecekmiş gibi. Döndüler baktılar. Uzaklaştılar.

Birkaç yıl orada burada çalıştım, kâğıt topladım, bulaşık yıkadım, azarlandım, hırpalandım, pislendim, acıktım. Oysa evimizdeyken babam çiftçilik yapardı. Kardeşlerim ve ben okula giderdik. Amcamın baharat dükkânı vardı çarşıda. Okuldan dönerken ona uğrar, annelere götürmemiz için hazırladığı yemeklik öteberileri alırdık. Birer de şeker. Nasıl ayarında keserdi amcam, eve vardığımızda biterdi ağzımızdaki şekerler.  Avluda ekmeklerin kokusu karşılardı bizi. Sacda bir, iki derken onlarcasını yapardı annem. Tüm aile aynı ekmekten yerdik. Hamur topları bitmeye yakın sacda biriken unlar iyice yanmaya başlar, duman ciğerlerimi es geçip beynime doluverirdi. Aklımla koklardım, iyi ki de öyle yapmışım, halen kendimi iyi hissettiğimde o kokunun rengi, tadı, cismi, şekli şemali canlanıverir.

Az biraz öğrenmeye başlamıştım Türkçeyi. Böylece daha az azarlanır, hırpalanır olmuştum. Yaşım geldi diye işe soktular beni. Tayyareler gelsin konsun diye, dev taşlar, savaş uçaklarından bozma inşaat kamyonları, karınca gibi insan ordusu, göz alabildiğince toz, duman. İlk zamanlar sabah güneş doğmadan kalkar, amcamın oğlu İbrahim’le düşerdik yollara. En yakın arkadaşımdı İbrahim, pek konuşmazdı. Nasıl en yakın arkadaşım olmasın ki… Aynı yollardan geldik, elbet aynı yollara gidecektik. İbrahim nefes alır ben verirdim. İkimiz anca bir adam kadar yerdik, annem onu da zorlardı yesin diye, o yese ben de yemiş sayılacaktım. Öyle bir teklik.

Sonraları bize inşaatta kalın dediler. Daha da çok çalışacakmışız. Sınırdayken kaldığımız göç edenlerin kampları gibi kamyon kasasından bozma yerlerde kaldık. Tanıdık hiç eşya, hiç koku yok. İbrahim bir ara duvara dua asacak oldu da indirdiler. Herkesin ağzında tek Allah vardı, yine de astırmadılar. Arka çıkacak oldum amcaoğluna, hemen başka konteynıra aldılar. Neredeyse görüşemez olduyduk. Sabahları namaz kılardı İbrahim, bir sağa bir sola selam dururken bas bas bağırırdı uyan zilleri. Akşamları namaz kılmaya çalıştığında secdeye vardı mı başı, uykuya bırakıverirdi tüm dualarını. Özlerdim en yakın arkadaşımı, dönüp baksan bizim köy kadar yerde birbirimizden ayrı düştük. Biz bu şantiyeden çıktığımızda dışarda işler iyi gitmiştir belki de memlekete döneriz diye hayal ederdim.

Evdekiler de aramaz olmuştu artık. Başlarında türlü dertler. Annemin sıcak kucağını, kardeşlerimin gülüşlerini, babamın sigara dumanını düşlerken burnumun direği sızlardı. Aynı yerde aynı saatte spor yapalım diye aletler koymuşlar, kaç gün oldu, orda da görmedim İbrahim’i. Arkadaşı vardı, heyecanlı çocuk Turan. Ona sorayım dedim, çıkar bir yerlerden, yatmaya da gelmedi ama diye geveleyerek arkasını dönüp gitti. Geçenlerde protesto olmuş. Acaba dedim onlara karıştı da toplayıp gittiler mi. Evdekilere de soramadım, dönmediyse, haber gitmediyse meraklanmasınlar diye. Akşamına gezindim durdum, şeflerine sordum. Yarım ağız sordular ismini cismini. Onlardan habersiz kuş uçmaz, elbet bulurlar diye düşünerek uyuyakalmışım.

Terden sırılsıklam olmuşum, kulağımda uyan zilleri. Birileri geliyor tepeme, ses yok, gözleriyle bağırıyorlar bana. Untuvermişim dillerini. Tanıdık bir koku var, genzimi yakıyor. Güzel şeylerin kokusu değil. Yalpalayarak ilerliyorum kalabalığa doğru. Hiç kimse kıpırdamıyor, benden bir hareket bekliyorlar. Pis su her yere akıyor. Rögar çukurunda İbrahim. Bir yüzü görünüyor. Gözleri yuvalarından çıkmış, şişmiş, patladı patlayacak. Ah İbrahim, şimdi sen öldün ya ben de ölmüş sayılır mıyım?

Not: yazı çizi atölyesi öykülerinden.

Yorumlar akışı .

yazı çizi  
Facebook Twitter More...