Dedeler / Ali Atlıhan
Yazan Kategori atölyedenYani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yani ağır bastığından.
Nâzım Hikmet
Eğer bozkırda yaşıyorsanız gerçeğe en yakın sizsiniz. Zavallıdır insan. Zordur yani yaşamak. Lisedeki tarih hocamı hatırlıyorum. Türklerin Orta Asya’dan göçünü anlatıyordu. Biz çapulcuların anladığı dilden. “Bozkırda yaşamak göt ister evlat!” demişti. Sonra sınıftan dangalak bir tiki şikâyet etmiş. Hoca kendisine asılıyormuş falan fişman… Örgün eğitim bürokratlarınca “tenhada ayıp, manada ağır” toplum düşmanlığıyla sürülmüştü okuldan. Bana kalsa yılın hocasıydı. Neyse ne yahu! Düşündüğüm şeye bak. Karşıdaki kalabalık dedemin düğünü için toplandı. Evet dedem evleniyor. Güneşin garnitürü bu söğüt gölgesinde esenliği bozan tek şey dedemin düğünü ve alçıdaki bahtsız kolum. İkindi vakitlerinden sonra düğün dernek işi hızlanır. Koşuşturmaca başlar, sabaha kadar eşek gibi hizmet edersin. Düğün anlayışımız bu. Biliyorum, gelenekler nadiren mantıklıdır ve bunlara uymak zorundasın. Tetikte olmalıyız, çünkü “gelin” hiç de sıradan biri değil. Zira biz bu teyzeyi, hatta nineyi kaçırdık!
Yaz tatilini bu kasabada geçirmek gibi bir arzum yok. Ama daha iyi bir işim de yok. Dedemin kahvesinde takılıyoruz işte. Çay falan dağıtıyorum. Bir ay önceydi sanıyorum, dedem ve arkadaşları masada fısıldaşıp duruyorlardı. Ne çevirdikleri umurumda değildi, ama beni çağırdılar masaya. Üç ihtiyar ve ben. Ne yapabiliriz ki? Dünyadaki en saçma topluluğu oluşturuyoruz. Sonra açıldılar ufak ufak. İbo’nun köyünde bir hatun varmış. Ben kasabaya gelmeden birkaç gün önce istemeye gidilmiş ama vermemişler. Ninenin merhum kocasından kalan emekli maaşı nedeniyle oğlu razı olmuyormuş. Bu arada İbo dede, konuşmaların tekrarından sıkılmış olsa gerek, arka masadaki gazetenin magazin ekine uzandı. Nevzat dede elindeki çay kaşığıyla İbo dedenin kıçını dürttü. Döner dönmez İbo, Nevzat’ın sağ kulağına bir yumruk attı ve birbirlerine girdiler. Nevzat, İbo’dan daha genç, ama ayakta duramayacak kadar sarhoştu. İbo’nun altında hâlâ mal mal gülüyordu. İbo ciddi ve netti: “Sana şimdi gerçek kaşığı göstereceğim ihtiyar it”. Neyse ki kahvedeki gençler araya girip ayırdılar. Şimdi elbiselerini tokatlayıp temizliyorlar. Allah’ım ne kadar iğrenç insan bunlar, deyip tekrar dedeme kulak verdim. O da arkadaşlarına bakıp “Siktirin gidin lan. Öbür masaya oturun, burada bir şey anlatıyoruz!” deyip bana döndü: “Dur evlat, sana bol köpüklü bir kahve yapayım”. Tabutta röveşata dedikleri bu olsa gerek! Bu kart horozlar yakında ölecek ve siklerinde değil. Hâlâ köyde ninelere yazıp kavga etmeler, iğrenç şakalar… Perşembe gecesi hariç, kafalar mütemadiyen zum.
Dedemin, kabaca kız kaçırma planından bahsettiğini anladım, ama benimle ne ilgisi olduğunu çözemedim. Evet torunuyum, bu yüzden mi anlatıyor? Hayır! Planın bir parçası olduğumu öğreniyorum. Nine kırık-çıkık işlerinde maharet sahibi. İbo’yla gece vakti, kolum kırılmış numarasıyla kadının kapısına gideceğim ve onu avlunun dışına çıkartacağım. Oracıkta paketleyecekler nineyi. “Ben elime yüzüme bulaştırırım bu işi, yapamam” dedim, “Hemen anlarlar sapasağlam olduğumu”. “İyi sen bilirsin, bin liradan mahrum kalırsın” deyince dedem, hemen kabul ettim. Bozkır doğasının acı gerçeği! Kahvemden son yudumu aldım. Ben, dedem ve Nevzat, İbo’nun dikiz aynaları olmayan 93 model “Toros”una doğru, birimiz önde birimiz arkada, “Rezervuar Köpekleri” havasıyla yürüyüp işe koyulduk. Tek sorun siyah takım elbiselerden yoksun oluşumuz değil, aynı zamanda rol yeteneğimin hiç olmayışı idi.
Gaye’nin notu: yazı çizi atölyesi ürünlerinden olan bu öykü, Aslı Levent Janat’ın yukarıdaki fotoğrafından esinlenilerek yazıldı.