Düğün gecesi | Serpil Akçay
Yazan Kategori atölyedenKulaklarına uhrevi bir ezgi doldu. Gözlerini açtı. Kongre Salonu hıncahınç doluydu, tek bir çıt bile çıkmıyordu. Sahnede loş bir ışık altındaki neyzen üfledikçe, Maya’nın bütün sıkıntıları bir bir uçup gitmeye başlamış, tüm vücudunu garip bir sarhoşluk hissi kaplamıştı. Mutluluktan başı dönüyordu. Gözlerini yumdu. Elleriyle kulaklarını kapatıp ney’in hüzünlü sesini hapsetmek istedi. Bir süre sonra ağlamaya başladı. Gözyaşları yanaklarından sicim gibi süzülürken, annesinin vefatından bu yana ilk defa kendini hafiflemiş ve huzurlu hissetti.
…
Maya annesinin ölümünü hiç kabullenememişti. Günler boyunca yatmış, uyumuş, dış dünyayla bütün ilişkisini kesmişti. Babasının götürdüğü psikolog onun ağır bir depresyon geçirdiğini söylemiş, iyileşsin diye verdikleri ilaçlar yüzünden tüm duygularını yitirmiş, doya doya ağlayamamıştı bile. Günler sessizce akıp giderken, bir tek en yakın arkadaşı Jean çığlıklarını duymuş, ona yardımcı olamamanın üzüntüsünü yaşamıştı. Bir süre sonra nasıl yardımcı olabileceğini anladı.
Jean Maya’ya “Benimle Türkiye’ye Konya’ya gelir misin?” diye sorduğunda bitkin bir halde “Neden?” dedi. “Sen sadece benimle gel” demiş ve eklemişti: “Sorunun yanıtını orada kendin bulacaksın, inan hiç pişman olmayacaksın”.
Jean ünlü felsefeci Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin “Hak’ka vuslat” diye adlandırdığı Şeb-i Arus gecesini ilk izlediğinde kendini başka bir âleme aitmiş gibi hissetmişti. Konya’da ziyaret edip bilgi aldığı, Mevlana’nın hayatı, eserleri, türbesi onu çok etkilemişti. İngiltere’ye döndükten sonra uzun bir süre bu duygunun etkisinde kalmış sonraki yıl tekrar aynı törenlere katılmıştı. Sıkıntılı bir döneminde tamamen tesadüfen tanıştığı bu ünlü düşünür, yüzyıllar önce yaşayıp söylediği sözlerle ona yepyeni bir bakış açısı kazanmıştı.
…
Jean loş ışıkla aydınlatılmış salonda yanında oturan Maya’ya döndü. Ellerini yüzüne kapamış hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Her hıçkırışında sarsılıyordu. Kolunu omzuna sardı. Onu kendine çekti.
Eğildi, kulağına usulca “Ağla” dedi. “Bugün dök içindeki tüm kederi”.
Semazenler sağ elleri gökyüzüne, sol elleri yeryüzüne dönük huşu içinde dönerken, tennurelerin etekleri birbirine sessizce çarpıyordu. Ney’in esrarengiz sesi “Gel, ne olursan ol gel, ister kâfir, ister mecusi, ister putperest ol, gel, bizim dergâhımız ümitsizlik dergahı değildir. Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel” diyordu. İnsanın iliklerine kadar işleyen hüznüyle.
Tören bittiğinde salondan hiç ses çıkmadı. Zaman durmuştu sanki, izleyiciler yedi uyurlar gibi uykudaydı. Kimse daldığı bu tatlı uykudan uyanmak istemedi.
Neden sonra bir alkış tufanı koptu.
Not: yazı çizi atölyesi öykülerinden.