Nis 30

Eşya Hukuku / Serdar A.

Yazan Editör Kategori atölyeden

Kendimi bildim bileli sandalyeyim. Kendimi bilmeye ne zaman başladım, o ayrı konu. Kolay değil. Şişmanlardan, tahta popolulardan, yağmurdan, pastan bıktım. Eskiden bir minderim vardı, bir de itibarım. Masa başı sandalyesiydim. Babamız bildiğimiz yaşlı cevizin çevresinde altı kardeştik. O aileye yıllarca hizmet ettik.

Kasabada yaşadığımız için pek rakibimiz yoktu. Evin kızı, her hafta bizi sabunlu bezlerle siler, annesi Ayşe Hanım da diktiği minderleri yıkayıp özenle bağlardı. Ne olduysa o lükens ayaklı lüks mobilyaların evimize girmesiyle oldu. Resmen ıskartaya çıkarılmıştık. Önce mutfağa, sonra arka odalara dağıtıldık. İftar sofralarındaki o sohbetlere, sofra altı sürtüşmelere uzak kaldık.

Her şey daha da kötüye gidiyordu. Ceviz baba hurdacıya verildi. Balkondaki kardeşimin sırtı kırıldı, tabure oldu. Yağmurlu bir günde bahçede unutulan kardeşim erken paslandı. Bir başkası kilerde çürümeye bırakıldı. Teker teker dökülüyorduk. Sonunda beni ve kalan iki kardeşimi eve yakışmadığımız gerekçesiyle bir kahvehaneye verdiler. Bize “alüminyum gövdeli galvaniz kardeşler” derlerdi. Şimdi ise yaşlı sandalyelerin son demlerini yaşadığı, üzerimizden kimin geçtiği belli olmayan bu toplama kampında sıradan eşyalarız.

Minderimi özledim. “Bana minderini söyle sana kim olduğunu söyleyeyim” derdim. Ne safmışım. Minderden sonra da yaşam varmış. Zaten buradaki tek minder, patron Hüseyin’in sandalyesindeki o yırtık ve kirli şey. İnsanlar ya çok cimriler ya da kıymet bilmiyorlar. Eşyanın başına ne geldiği umurlarında değil. Akıllarına yeni bir eşya düştü mü eskisinde kusur aramaya başlıyorlar. Bu eşya hukukuna aykırı, onarılmak hepimizin hakkı. Genç olduğumu iddia etmiyorum. Sağ arka bacağım biraz pas tutmuş olabilir; ama bir zımpara, bir de boya ile pırıl pırıl olurum. Ayrıca mukavemetimden hiçbir şey kaybetmedim. Sapasağlamım.

Yine yabancı popolar arasında kaybolduğum günlerin birinde, tanıdık birine rastladım. Bu, eski sahibim Osman Ağa’ydı. O vefasız götü nerede görsem tanırım. Arkadaşı da masanın diğer tarafındaki kardeşime oturdu. Kahve söylediler ve konuşmaya başladılar.

Arkadaşı sordu “Ee Osman Aga, keyfin yerinde bakıyorum, rahatı bulunca göt göbek almış başını yürümüş, evi tamamen yeniledin, arabayı son model yaptın, sırada ne var?” “He ya, bu miras iyi geldi. Her şeyi yeniledim, yenilemediğim bir hatun kaldı.” demesin mi! Ayşe Hanım’ı çok severdim. Bana gösterdiği özeni nasıl unutabilirim ki? Bu üzüntüye ve gerilime sağ arka bacağım daha fazla dayanamadı ve paslandığı yerden kırıldı. Devrildik. Osman Ağa, tozlanan koca götü ve üzerine dökülen kahvesiyle yerde kıvranıyordu. Beter olsun.

Kahvehane ahalisi hemen yardıma koştu. Terbiyesiz Osman ise “Bak şu şeytanın işine… Hay senin bacağına… Deyyus icadı çürük şey!” diye küfrediyordu. Belli ki beni hatırlamamıştı. Hiç üzerime alınmadım. Terbiyesiz Osman da belini ovuşturup söylenerek kös kös evin yolunu tuttu.

Ertesi gün korktuğum gibi olmadı, patronun cimriliği tuttu ve bir kaynakçı getirtip bacağımı onardılar. Şimdi eskisinden daha sağlam ve oturaklıyım. Vefasız Osman, kahveye bir daha hiç uğramadı. Söylentilere göre, Ayşe Hanım çocuklarla evi terk etmiş. Osman da kalan parayı karısına nafaka vererek tüketiyormuş, hayırlısı.

Ayşe Hanım beni geri alır mı bilmiyorum; ama umut sandalyenin çivisidir, bunu unutmayın.

Serdar A.

serdara.com

Gaye’nin notu: yazı çizi atölyesi ürünlerinden olan bu öykü, Aslı Levent Janat’ın yukarıdaki fotoğrafından esinlenilerek yazıldı.

Yorumlar akışı .

2 Yorumlar



yazı çizi  
Facebook Twitter More...