Kalıp sabun | Güleyni
Yazan Kategori atölyedenMerdivenden çıktığında kapının açık olduğunu gördü. Henüz bir aslan saldırısından kurtulmuş ceylan gibi nefes almaya başladı. Elini kapının kulpuna atıp yapış yapış bir şeye dokunmuş ve neyse o iğrenç şeyi parmak uçlarından avcuna sıyırmak istiyormuş gibi hareketler yapıyordu. Birkaç kez tekrarladı bunu. Kulpu tuttu ama kapıyı itmek için hamle yapması zaman aldı. İçeride puslu bir hava, sanki ocağın üstünde çay vardı ve buharı her yanı sarmıştı. Camlar buğulanmıştı. Kapıdan içeri geçerken ayakkabısına takıldı, sabah alelacele çıkarken demek bu ayakkabı yüzünden açık kalmıştı kapı.
Ne büyük şanstı, komşuların ya da bir satıcının içeri girip, araklayacak bir şeyler bulmak için dolanırken bu manzara ile karşılaşmamış olması. Öyle olsaydı iş yerinden alırlardı onu. Bütün arkadaşlarının arasında belki ağlayarak belki sırıtarak, ellerinde kelepçeler, bağıra bağıra yaptıklarını itiraf ettiği sahne canlandı gözünün önünde. Neredeyse hoşuna gitti. Arkasından kapıyı kapatmadı çünkü kurtulmak için bir senaryo yazmalıydı, onu öyle kanlar içinde gördüğünde basacaktı çığlığı, konu komşu kim varsa tepesine toplayacak, kendini yerlere fırlatacak ve bu korkunç cinayetten ne kadar etkilendiğini gösterecekti. Ya da bütün sokakta yankılanacak bir çığlık ve sonrası sessizlik. Bu daha kolay olabilirdi, herkes yaşadığı şoktan dolayı konuşamaz olduğuna inanır ve geri kalan hayatında bütün beklentilerini düşürürlerdi.
Annesi yanına ziyarete geldiğinde, arkadaşlarına kızının durumunu anlatırken “Biliyorsunuz ya, hiç konuşmuyor, ağlamıyor bile. Çok üzülüyorum, korkarım aklını kaybedecek, halbuki ağlasa rahatlasa atlatabilir” gibi şeyler söylerdi. İnsanlar ağlamayı bile beceremeyen bu kadına ancak acıyabilirlerdi. Herkes acısını nasıl yaşıyorsa geri kalanların da öyle yaşamasını bekler, genelde de ağlamak, haykırmak, depresyona girmek gibi ortak yollarla bu sağlanır. Oysa insanın nasıl acı çekeceğine kim karar verebilir. Düşünsenize, sadece kahvesini yudumlarken kaybettiği biriyle olabilme ihtimalini düşünen birinin dayanılmaz acısını.
Sabah onu banyoda bırakmıştı. Banyo üst kattaydı. Göz ucuyla merdivenlerden kan akmış mı diye baktı. Ne kadar kan olacağını tahmin etmeye çalışıyordu. İnsanın ağırlığının on üçte biri kandır. Bu sefer de yedi-sekiz litre kanın nerelere kadar yayılabileceğini hayal etmeye çalıştı. Merdivenden akmayacağına ikna olunca mutfağa yöneldi. Sabah içemediği kahvesi tezgâhın üstünde duruyordu. Dokunulmamış olması şüphe çekmesin diye lavaboya döktü ve suyu açtı. Kaynanası kesin bu işin peşine düşecekti ve elindeki her fırsatta onu suçlayacaktı. Senaryosunu sağlamlaştırmalıydı. Belki değerli birkaç parça eşyayı yok etmeliydi. Evet bir an önce bunu yapmalıydı. Polise, mesai sonrası bir kahve içmek için oyalandığını, eve geç geldiğini, o yüzden onu bulmasının zaman aldığını söylerdi. Ortalıktaki kıymetli eşyaları düşündü. Bilgisayarları ve birkaç takıyı toparlayıp denize atmaya karar verdi.
Sabah olanları hatırlamaya çalıştı. Yüzünü yıkamak için kullandığı doğal sabunu küçük parçalara ayırmak istiyordu. Elindeki bıçakla banyoya çıkmıştı. En büyük bıçağı seçmişti, daha önce sabunu bölmeyi denediğinde kuvveti yetmemiş, bıçak küçük gelmiş ve kalıbın ucundan küçük parçalar koparıp idare etmek zorunda kalmıştı. Bütün gücünü sabuna uyguladığı anda kocası “Yine ne abidik gubidik bi iş yapıyosun” demişti gevşek gevşek. Nasıl olduysa bütün gücünü şimdi kocasının böğrüne uyguluyordu. Onun oracığa nasıl yığıldığını hatırlamıyordu bile. Yavaşça çıkıvermişti banyodan. Kafasını klozete vurmuş muydu? Yüzüstü düşüvermiş ve fayansları yalamış mıydı? Hiçbir fikri yoktu.
Bütün gün, şirketin faturalarını yatırırken, “Bugün maaşlar yatar mı” diye yılmadan soran personele “Elimden geleni yapıyorum” derken, öğle arasında makarna salatası yerken, arkadaşlarına iyi akşamlar dilerken ve cevap alamazken bunları hiç düşünmemişti. Açık kapıyı gördüğü an düşünmeye başlamış, büyük bir rahatlama üstüne çöreklenmişti. Bütün hayatı boyunca bu rahatlamayla mücadele edeceğini biliyordu. Sebepleri, travmaları, sonuçlarıyla. Asla kendini ele vermemek için güçlenmeliydi. Hızlı adımlarla, merdiveni gıcırdatarak üst kata çıktı, banyo kapısı hafif aralıktı ve ışık yanıyordu. Sabah hatırladığı sahnede hiç aydınlık yoktu. İçeriye bakmamak için özen gösterdi. Yatak odasına girdi, çarşafı buruşturdu, aralarının iyi olduğu ve sabah seks yaptıkları izlenimi vermek istemişti. Ne kadar acıklıydı, uyandığında leş gibi ağız kokusuna rağmen dudaklarını tutkuyla öptüğü kocası akşam geldiğinde bir cinayete kurban gitmiş olacaktı. Ah nasıl katlanacaktı bu acıya. Bilgisayarı kucakladı, görece değerli takılarını cebine doldurdu, merdivenlerden indi, kapıya doğru yöneldi. Kocası elinde alışveriş poşetleri, karşısında duruyordu.
“Selam balım. Bi şeyler almaya çıkmıştım, anahtarımı bulamadım kapıyı açık bırakmıştım.”
“Selam.” Neredeyse kekeliyor, elleri yine o iğrenç yapışkan şeye bulaşmış gibi kıpırdanıyordu.
Adam, poşetleri elinden bırakmadan onu boynundan öpmeye çalışırken, böğründeki ağrıdan bahsediyordu.
Not: yazı çizi atölyesi öykülerinden. Çizim yazara ait.