Martılar ve Balıklar / Nebilay Erdoğan
Yazan Kategori atölyedenKara bir tren, güzel bir sonbahar sabahı, ağır ağır girdiği istasyonda poflayarak durdu. Banklara dökülen yapraklar trenin dumanından oraya buraya savruldu. İstasyonda uzun, sarı saçlı küçük bir kız babasının nasırlı elini sımsıkı tutuyordu. Yenik bir ordudan geriye kalan savaşçılar gibiydiler. Toplayarak ellerini cenk yerinden, o kara trene binerek bu şehirden sessizce çekip gitmeliydiler. Anne ve babası fısıldaşırken duymuştu: “Bu şehirde bize yer yok” demişti babası.
Küçük kız, yol boyunca kompartımanın camından hiç ayrılmadı. Tren şehri terk ederken ellerini uzaklarda kaybolan tepelerde gezdirdi. Martıların kanatlarını okşadığı vapurları, simidinin susamlarıyla beslediği balıkları düşündü. Bu şehirde kendilerine yer yoksa kim besleyecekti şimdi balıkları? Kim sevecekti martıları? Bir dahaki sefere yolculuğa çıkarken onları da yanına almaya karar verdi.
Eteklerinde kırık dökük hanların konakladığı uzak diyarlara gidiyorlardı. Arkadaşlarıyla ip atladığı boş arsalar gibi miydi o hanlar? Kesik bir ray melodisi eşliğinde küçük ayaklarını usulca sarstı kompartıman. Başını trenin penceresinden dışarı çıkardı. Uzaklarda kanat çırpan kuşlara el salladı. Biliyordu; arkadaşları kendisini uğurlamaya o kuşların kanatlarında gelmişlerdi. Daha hızlı daha hızlı el salladı. Gözyaşlarını arkadaşlarına ulaştıran rüzgâr, seslerini boğarak çekip gitti. Bu, ıssızlık duygusuyla ilk kez tanışmasıydı. Bir dahaki sefere yolculuğa çıkarken mutlaka arkadaşlarını da yanına almalıydı.
Yol üç gün üç gece uzadı. Camlardaki ayçiçeği tarlaları, kavak ağaçları da uzadı. Kaçırmamak için dünyayı, küçük kız hiç uyumadı. Uzayan yolları karış karış ölçtü, geceleri parmaklarıyla yıldızları saydı, gündüzleri güneşin yüzüne ellerini çizdi. Parmaklarının arasından yepyeni bir dünyanın doğuşunu izledi. Uzaklarda konaklayan hana vardıklarında, katettikleri yolun kara bir tren uzunluğunda olduğunu anladı. Bir dahaki sefere martıları, balıkları ve arkadaşlarıyla çıkacağı yolculuğun da aynı uzunlukta olması gerektiğine hemen oracıkta karar verdi.
O hanın avlularında birbirinin aynı olan günler hızla gelip geçti. Küçük kız bir dahaki sefere çıkacağı uzun yolculuğu sabırla bekledi. O gün hiç gelmedi, ama günler bir zamanlar yolu martılar şehrinden geçmiş bir yolcuyu getirdi. Babası bu kez yolcuyla fısıldaştı. “Çocuklarını sürgün ettiği gün, o şehir öldü” dedi yolcu. Cansız bedenini gecekonduların arasında bulmuşlardı. Alnının tam ortasından binlerce kazma darbesi almıştı. Martılar havada ansızın kaskatı kesilmiş, keskin bir bıçak gibi boğaza dimdik saplanmışlardı. Binlerce balığın şişmiş bedenleri kıyıya vurmuştu. Yedi alnında gece gündüz ateşler yanmıştı şehrin. Babası yolcuyu dinlerken düşünceliydi.
O günden sonra küçük kız gecelerce annesinin kucağında “Onları hiç bırakmamalıydım, hepsi benim yüzümden” diye sayıkladı. Gündüzleri, bir dahaki sefere martıların, balıkların ve çocukların hiç ayrılmayacağı bir dünyayı aramak için yollara düşeceğine binlerce kez ant içti.
Gayenin notu: yazı çizi atölyesi ürünlerinden.
“…Kaçırmamak için dünyayı, küçük kız hiç uyumadı…. ”
Ne kadar naif bir anlatım. Bir kesit öykü ancak bu kadar yüreğe işleyebilir. Teşekkürler.