Mavi alev | Fazilet Sitare
Yazan Kategori atölyedenNeredeyse yarım saattir durakta bekliyordum. Elimde tuttuğum otobüs kartına baka baka ezberlemiş, şehrin saat kulesinin resmini gözlerimle defalarca çizmiş, zihnimde yeni bir kule inşa etmiştim. Kartın diğer yüzünde kentimizin logosu olan sevimli bir tavşan resmi vardı. Kulaklarına dokundum, bıyıklarını kımıldatarak karşılık verdi ya da bana öyle gelmiş, beklemek hayal gücümü harekete geçirmişti. Boşuna beklemeyin otobüs gelmeyecek, dedi yanımızdan koşarak geçen adam nefes nefese: “Hepsi bozuldu, şoförleri de istifa ettiler.” Uzaklaştıktan sonra bile arkasını dönmüş bağırıyordu. “Gelmeyecek!” Şaşkınlıkla ardından bakakalmıştık. Yaşlı adam, ben ve iki genç kız. Gerçi kızların çok da umurunda değildi sanırım, otobüsün ne zaman geleceği. Kafalarını gömdükleri telefondan yazışmak her şeyden önemli olmalıydı. Bu esnada yaşlı adam uykunun kaçıncı evresindeyse artık sayıklamaya başlamıştı: “Bir oduncuyuz hepimiz, tek sermayemiz baltamız.” Kızlar parmaklarıyla konuşurlarken kıkırdadılar. İyice gerilmiştim, bu Allah’ın cezası otobüs de nerede kalmıştı böyle. Sinirden terleyen elimde sırılsıklam olmuş gümüş rengi zippo çakmağı başparmağımın tek hareketiyle açtım, çıkan mavi alevle dalıp gittim o geceye.
Gök gürültüsü, yağmur, sık sık kesilen elektrikler… Gaz lambasının mavi ışığının alevi. Duvara yansıyan ellerimizin gölgesiyle tavşan, köpek, kartal yansımaları yapardık kız kardeşimle. En çok da tavşan. Elimdeki karta yeniden baktım, tavşan, kulaklarını kaldırıp göz kırptı. Çakmağı üzerine koyup kapattım onu.
İnsan, geçmişiyle arasına duvar öremiyor. Ne zaman yeni bir tuğla koymayı denesem kirli bir hatıra balyoz olup tuğlayı paramparça ediyor. İllaki hatırlatıcı bir iz çıkıyor karşıma, hele böyle gerildiğim anlarda. Bu kızlar da ne buluyor bu kadar yazacak. Böyle her şeyi anlattıktan sonra bir araya gelince konuşabiliyorlar mı acaba? Eminim o zaman da başkalarıyla yazışıyorlardır.
— Anne, tavşanıma bak.
— Hayır, benimkine bak anne. Bak kuyruk da yaptım.
— Kızlar, çok yanaşmayın lambaya. Dünya kadar iş yaptım bugün, yorgunluktan ölüyorum. Biraz uyuyayım, daha okumam gereken yazılı kâğıtları var, elektrikler geldiğinde uyandırın beni. Söz verdim çocuklara, yarına notları söylerim diye.
Annem bu kasabaya tayin olalı her işi kendisi yapıyor, üstüne ev işleriyle, bizim ödevlerimizle ilgileniyordu. Babam, şehirde kalmış; “Alt tarafı iki sene, düzeni bozmayalım” diye bize bu derme çatma ahşap evi tutmuştu. Buralarda ancak bunu bulabilmiştik. O geceye dek iyi kötü idare ediyorduk.
Koşan adam nefes nefese tekrar geldi: “Hepsi yandı, hepsi. Boşuna bekliyorsunuz, gelmeyecek” dedi, terli alnını elinin tersiyle silerek. Yaşlı adam sayıkladı: “Bir oduncuyuz…” Kızlar gözlerini büyülü küçük ekrandan ayırmadan kıkırdadılar.
Elimde kırdığım kart, tavşanın hüzünlü bakışı… Yere düşen gaz lambası, korkudan donup kalan, bir köşeye büzülen küçük kızlar. Ahşap evi yalayan mavi, turuncu, kırmızı alevler, uyanamayan anne…
Allah’ın cezası otobüs, Allah’ın cezası beklemek.
Not: yazı çizi atölyesi öykülerinden.