Mektup / Özden Eylem Yıldız
Yazan Kategori atölyeden“Roma’nın güneşi battı. Günümüz geçti.
Bulutlar ve tehlikeler gelebilir; işlerimiz tamamlandı.”
Shakespeare, Julius Caesar
Altı ay oldu gideli. Gittiğin günü hatırlıyorum da doğru dürüst vedalaşamadık. Üzerinde her zamanki kırmızı ekose eteğin ile kareli ceketin vardı. Saçlarını hep yaptığın gibi tepeden toplamıştın. Heyecanlıydın. Yüzün konuştukça al al oluyordu.
— İsmet abi, sık sık yaz olur mu? Aslında heyecanlıyım ama korkuyorum da. Yalnız bırakma beni e mi, ben yokken neler olduğunu anlat sürekli, olur mu?
— Olur sümüklü.
Demiştim de ne kızmıştın. Kaşlarını çatıp muzipçe gülümsemiştin hani. Çatık kaşların daha bir kalın gözükmüştü gözüme. Trenin rötar yapmıştı da;
— Kız, başımıza mı kalacaksın ne? Senin tren gelmeyecek galiba, hayallerin kırık birer ayna olmasın?
— Aşk olsun İsmet abi, bu nasıl bir cümle öyle. Beddua eder gibi. Yeni başlıyor her şey benim için. Hele bir varayım da, sırf sana inat İrlanda’nın düzlüklerinde saatlerce yürüyeceğim. Büyük Allen bataklığına gidip saatlerce okuyup, yazıp çizeceğim. Sen de burada kumkuman kuşu gibi gelişimi dört gözle bekle.
Kahkahan dün gibi kulaklarımda, ne özledim gülüşünü. Canım Garen’im, güzel kardeşim!
Tek bir satır bile yazamadım oysa. Öyle bahane uydurmayı becerecek bir adam değilim, bilirsin. Kızgın olduğunu da tahmin ediyorum. Ama anlatacaklarımdan sonra hak vereceğine olan inancım sonsuz.
Canım Garen’im,
Zor zamanlardan geçiyoruz. Her gün bir diğerinden beter, fırtınalar kasırgalara dönüşüyor. Küçük bir kıvılcım ile patlayan bomba, alev gibi sardı her yanımızı. Nereden başlamam gerektiğini bilmiyorum. Ama hatırlarsan sen gitmeden manşetlerde çarşaf çarşaf Kıbrıs Türklerine yapılan baskılar gündemimizdeydi. Gazeteleri okumaya korkar olmuştuk hani. Sen gittikten sonra Hürriyet, başlığında İstanbul’daki Rum azınlığın aralarında bağış toplayarak Kıbrıs Rumlarının ENOSİS çetelerine gönderdiğini duyurdu. Zaten olayı ateşleyen fitil bu olsa da 6 Eylül’de patlak verdi her şey. Öğle haberlerinde tüm radyolar bağıra çağıra Atatürk’ün Selanik’teki evine bomba atıldığını duyurdu. Evden çıkamaz, dükkânlarımızı açamaz olmuştuk. Kıbrıs Türk’tür Derneği’nin genel sekreteri Kamil Önal, “Mukaddesata el uzatanlara bunu çok pahalıya ödeteceğiz, ödeteceğimizi alenen söylemekte de bir mahzur görmüyoruz”* diye açıklamalarda bulundu. Onlar haykırdıkça korktuk, içimize sindik. Karşı çıkmak istediysek de korkumuzdan ses çıkartamadık bile. Lakin 6 Eylül gecesi yakıldık, yağmalandık. Ellerinde sopalarla bize saldıran ahali kudurmuşçasına etrafı talan ediyordu. Sağa dönsek onlar, sola dönsek onlar. Her yanımız kuşatılmıştı.
Saat yedi sularıydı. Gün geceye evrilmeye hazırdı. Dükkânı kapatmaya çalışıyorduk Avedis’le. Küçük serçem, sandalyeleri içeri taşımaya çalışıyordu ki koşarak geldi;
— Havu, sokağın başında iri kıyım adamlar ellerinde demir sopalarla bu tarafa doğru geliyorlar.
Koştum, kapıyı kilitlemeye çalıştım. Avedis’e tezgâhın altına girmesini söyledim. Dillerim tutulsaydı da oraya sığın demeseydim. Kapıyı kilitledim, içeri giremezler sanıyorum. Işıkları söndürdüm. İç tarafa doğru koşmaya başladım, ama nafile. Büyük bir şangırtı ile tüm camlar kırıldı. İçeriye giren gözü dönmüş adamlar masalar, duvarlar, tablolar, pastalar, neyi gözlerine kestirdilerse alaşağı ettiler. Bir adam elindeki demir levye ile kafama vurdu. Bayılmışım. Kendime geldiğimde dükkânımız tanınmaz haldeydi. Avedis’e seslendim defalarca. Çığlıklar içindeydim. Sesi soluğu çıkmadı yavrumun. Tezgâhın altına baktım ki ne göreyim, kanlar içinde öylece yatıyor Avedis. Hastaneye götürdüm ama oracıkta ölmüş oğlum. Oğlunun cesedini ertesi gün teslim edeceğiz, dediler. Bırakır mıyım, kaptığım gibi eve geldim. Geldim ki ne göreyim, talan edilmiş her yan. Evde altın var diye altını üstüne getirmişler. Ev ahalisinin gözlerinden kan damlıyor. Yolunu kaybetmiş dervişler gibiydik. Anuşka ah Anuşka, sükûnetli kadındır bilirsin. Otoriteyi eline aldı.
— Yeter, her kafadan bir ses çıkıyor. Cenazemiz var, acımız derin. Üzerine yaşadıklarımız. Sakin olun! Ne yapacağımıza karar verelim bir an önce. Bana sorarsanız bu kaosun içinden bir an önce çıkalım, dedi.
Düşündük, taşınmaya vakit yoktu. Ya kalacak ve savaşacaktık ya da çocuklarımızın selahati için gidecektik. Halep’teki Krikor amcanın yanına gitmeye karar verdik.
Ah Garen’im, Avedis’i geride bıraktık. Ne güçlüklerle geldik buraya bilemezsin. Önce Anadolu’ya geçtik. Sağ olsun, oradaki insanların çok yardımı dokundu bizlere. Hatay’a gittik bir tanıdık vasıtasıyla. Samandağı’nda konakladık birkaç ay. Yayladağı sınır hattından gizlice Suriye’ye geçtik. Kimseye Ermeniyiz diyemiyoruz ki, Arapça da bilmiyoruz. Türkçe ile işimizi yürütmeye çalışıyoruz işte. Halep’e giden otobüslere bindiğimizde derin bir nefes aldık.
Sana buradan, Halep’ten yazıyorum güzel kardeşim. Altı ayda tüm hayatımız değişti, bundan sonra nasıl bir hayat bizi bekler bilmem. Ama anladım ki insanların öfke selinde boğulmak inancını yitirmene neden oluyor. Hâlâ Avedis’in gözleri, son bakışı aklımda. Biliyorum ki tüm hayatım boyunca beni izleyecek oğlum.
İşte böyle Garen, sık sık yaz demiştin bana ama yazamadım be kardeşim. Neyi, nasıl yazacaktım. Şimdi güvendeyiz. Yavaş yavaş da olsa akıl sağlığımıza kavuşuyoruz.
Sevgiyle güzel kardeşim.
* “Rum azınlığa yönelik 6-7 Eylül terörü”, Cumhuriyetin 75. Yılı, Cilt 2 1954-1978, Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 1998, s. 392.
Gaye’nin notu: yazı çizi atölyesi ürünlerinden.