Okyanus | Begüm Özbakır
Yazan Kategori atölyedenSu berraktı. Krisos eğilip görüntüsüne baktı. “Göster!” diye haykırdı, su bulanıklaşmaya başladı. Kaderini sudaki görüntüde izliyordu şimdi. Su karanlıktı, dalgalıydı. Burada boğularak ölecekti.
***
Asimi’nin babası tanrı, annesi ise suların koruyucularındandı.
Kardeşlerinden farklı doğmuştu. Her zaman uslu bir çocuk olmuştu, sessiz, sakin. Ablaları onu büyütürken hiçbir özelliği olmadığına inandırmışlardı. Annesi onu doğururken ebe tanrıça Eileithyia yardıma gelmemişti, bu yüzden herkes doğmaması gerektiğine inanmıştı.
Ablalarının sivri dişlerini, yılan dillerini görerek büyümüştü. Koskoca sarayda yalnızdı. En büyük eğlencesi, sarayın ortasında daire şeklindeki mozaiklerde dans edip hayal kurmaktı. O zaman yalnız hissetmiyordu. Bir gün dans ederken ablalarından biri geldi:
— Bu çirkinliğinle burada dans etme cüretini nerden buluyorsun? dedi tıslayarak.
— Babam izin veriyor.
— İzin verir tabii, gözünün önünde olup da midesini bulandırma diyedir.
Cevap vermedi, ablası ise histerik kahkahasını atıp gitti. Gözlerini kapatıp dairenin ortasına oturdu. Öfkesi içinde birikmiş, okyanus kadar olmuştu. Karşısında Proteus’u gördü.
— Sular çok dalgalı, karanlık. Öfken denizcileri yok edebilir. Sakin olmalısın.
Proteus’un uyarısını dikkate almalıydı ama nasıl yapacağını bilmiyordu.
Ormanın derinliklerinde, bir sabah yürüyüşünde üç başlı kocaman bir köpekle burun buruna geldi. Babasına sesini duyurmaya çalıştı, yalvardı: “Ne olur beni yemesin!” Babası onu duymadı.
Köpeğin tek başı koca burnuyla onu iyice kokladı. Altın rengi derisinin üzerinde aynı anda bir koca burun, iki koca dil vardı. Ablaları haklıysa onu yemezlerdi. Evet, o çirkindi ve bunun tek sebebi görünüşünün diğerlerinden farklı olmasıydı. Ablaları gibi güzel gözleri, altın derisi yoktu. Yolunmuş gibi gözüken kızıl kabarık saçlara ve gümüş bir tene sahipti. Kötü kokuyordu.
Şimdi tek istediği onların haklı çıkmasıydı. Dillerden biri çekildi aniden. Koca burun yüzüne yaklaşırken, diğer dil sırtını yalıyordu.
Köpeğin bir başı konuşmaya başladı:
— Bu yenmez.
Sırtındaki dil de çekildi aniden:
— Neden?
— Bu bir cadı, yersek bizi büyüler.
— Nerden anladın cadı olduğunu?
— İçi acı dolu, yakında patlayacak bir öfke sezdim.
Yüzüne yaklaşmış burun:
— Bizi anlıyor musun küçük kız? diye sordu.
Korkudan dili tutulduğu için anca başını sallayabildi “evet” anlamında.
Burun çekildi birden yüzünden, diğer iki başa döndü:
— Evet, bizi anlayabildiğine göre cadı.
O günden sonra her gün ormanın derinliklerinde üç başlı köpeği görmeye gitti. Ailesinden öğrenemediklerini onlar öğretiyorlardı. Kendilerinden başka canavarlardan bahsediyorlardı. Görevleri ölümlüleri yemekti. Bunun için var olmuşlardı. Sadece canavarlardan değil, babası dışındaki tanrılardan da bahsettiler ona. Her şeyin tanrısı vardı. Ay’ın, Güneş’in, toprağın, avın, eğlencenin, savaşın… Bir gün cadılardan bahsetmelerini istedi küçük kız. Apollon, cadılardan bahsetmelerini yasaklamıştı, dediklerine göre. Ama o çok ısrar edince:
— Bu küçük kızın da cadı olduğunu unutmayın. İsteği ve ısrarı bizim için tehlikeli olabilir. Daha fazla enerjisini yükseltmeden anlatalım, dedi lider olan baş.
Israrının ve isteğinin nelere sebep olacağını bilmiyordu, cadı olmanın neler getirdiği ve götürdüğü ile ilgili fikri yoktu. Hepsi tek tek bildiklerini anlattılar. Eğer kendini keşfederse büyüler yapabileceğinden, bir ölümlüyü tanrıya çevirecek güçte olduğundan, gerçekten yürekten bir şey dilerse büyüye gerek kalmadan gerçek olabileceğinden bahsettiler. Köpekleri şaşkınlık içinde dinledi.
Ertesi gün yine onları görmeye gitmek için yola çıkacaktı ki ablalarından birinin tiz sesini duydu:
— Nereye gidiyorsun her gün, her gün çirkin?
— Yürüyüşe…
— Aman dikkat et de suretinle tanrıları rahatsız etme. Malum evden çıkmaman lazım bu tipinle.
— Git başımdan Krisos, yalvarırım.
Bir anda önüne geçti, sivri dişlerini gösterip tısladı:
— Yalvarırım mı? Beni güldürüyorsun. Biz kimseye yalvarmayız! Hem çirkinsin hem aptal!
Çocukluğundan beri ablalarının can acıtan söylemleriyle mücadele ediyordu. Onların gücünün karşısında savunmasız olmak onu artık çok zorluyordu. Gözlerini kapadı, sesi hangi tanrıya ulaşırsa ulaşsın fark etmiyordu onun için, ablasına lanet yağdırdı.
— N’apıyorsun gözlerini kapatıp? Kulağını da mı kapadın sanıyorsun? Şşşt çirkin Asimi sana diyorum?
Karanlık sularda boğulsun, Proteus onu kurtaramasın, içimdeki öfke bana yaptıklarının cezası olsun.
Uzaktan ağaçların boyunu aşan bir dalga gördü. Su simsiyahtı. Ardından başlayan yağmur ve fırtına ile çoğalarak saraya doğru geliyordu. Ablası şaşkınlıkla dönüp ona baktı.
— N’aptın sen? diye tısladı.
— Çirkinlik.
***
Krisos kaderinin yazgısının çirkin kardeşinden geleceğini bilmiyordu. Annesi suların koruyucusuydu, kızlarını değil suyu koruyacaktı.
Not: yazı çizi atölyesi öykülerinden. Begüm Özbakır’ın diğer öyküleri için tıklayın.
Yine çok güzeldi. Soluksuz okudum. Kalemine sağlık