Nis 12

Portakallı ördek | Feyza Kaplan

Yazan Editör Kategori atölyeden

Amerika’nın en kuzey ucu, zümrüt şehir Seattle’da gün tatlı bir heyecanla başlamıştı. Ruffles’ların küçük kızı Milliose’nin dördüncü yaş günü kutlanacak ve kendisine sorumluluğunu almak üzere ilk evcil hayvanı hediye edilecekti.

Mumlar üflendi, pastalar kesildi ve sıra hediyelere geldiğinde küçük ördek yavrusu ile tanışmak, evdeki diğer misafirler kadar annesini de şaşırtmıştı Milliose’nin. Soğuk bir kadın olan Matilda’nın gözlerindeki öfke “Bunu nasıl yaparsın” derken sesindeki donuklukla tezattı.

Aynı ifade ile devam etti.

— Ördekler ve diğer kanatlılar mikroorganizmalardan ileri gelen bulaşıcı hastalıklar taşırlar. Bunlar bakteriyel ve viral iki gruba ayrılırlar…

— Matilda! dedi Robert. Bu yavru Milliose’nin ruhuna iyi gelecek, taşıdığı hastalıklar varsa bağışıklık sistemi için iyi olacaktır!

Robert’ın ses tonundaki öfke Matilda’nın gözlerindekini yenmişti ve son sözü “Parazit tozu almamız gerek” oldu. O gece evlerinde kurulan son cümle de buydu zaten.

Duck tıpkı Milliose’nin saçları gibi sapsarı tüyleri olan, en az onun kadar sevimli bir yavruydu. Onları birbirinden ayıran en belirgin özellik ise Duck ne kadar gürültücü ve hareketli ise Milliose o kadar sessiz ve içine kapanıktı bir çocuktu.

Bu sevimli yavru belki de hiç unutulmayacak şaşırtıcı birçok tecrübeyi de beraberinde getirmişti.

Sarı en sevdiği renkti artık küçük kızın ve sevdiği ilk renk. Duck ise yemeklerini birlikte yediği, banyosunu beraber yaptığı ve hatta birlikte uyuduğu ilk ve en yakın arkadaşı.

“Vikvik” diye sağa sola amaçsızla paytak adımlarla koşturması, bunu yaparken kuyruğunu aşağı yukarı oynatması, zaman zaman Matilda’nın yüzünde bile kaçamak tebessümler oluşturuyordu. Büyüdükçe Milliose’yi annesi sanıp bir dakika bile peşini bırakmaması ve kızlarının ilk defa duydukları kahkahaları tüm ailenin zihnine kazınmış güzel hatıralardan sadece birkaçıydı.

Duck’ın salataya bayıldığını keşfettikleri gün, bunun evin beyaz parkeleri için iyi bir fikir olmadığını da anladıkları gündü. Bir de Matilda’nın dillere destan bahçesindeki tüm çiçek ve yeşillikleri tek seferde yok ettiği gün var… Her defasında bahçede bulduğu su birikintilerinde yuvarlanıp ardından evin içine perdeli ayak izlerini patates baskısı yapar gibi bırakıyordu.

Bunlar bu sevimli ördek yavrusu büyüdükçe onunla birlikte büyüyen dertlerden sadece bazılarıydı. Duck artık çamaşır leğeninde kafasını yana doğru eğip tatlı tatlı “vikvik”lerken kendisini affettiremeyecek kadar büyümüştü.

Milliose ve Duck birbirlerinin pesinden koşarken haftalar, aylar da birbirini kovalamış ve ilk okul günü gelip çatmıştı. Milliose ve Duck ilk kez annelerinden ayrılmışlardı. İkisi için de çok ama çok zor bir gündü.

Babası Milliose’yi okuldan alıp eve getirirken ilk günün yorgunluğuna yenik düşmüştü, küçük kızın göz kapakları. Akşam Matilda, Milliose’yi uyandırmış, küçük bir sohbetin ardından yemek odasına geçmişlerdi.

Milliose’nin ilk okul gününü kutlamak için mükellef bir sofra hazırlamıştı annesi. Sofraya oturduklarında Duck’ın eve geldiği ilk gün Matilda’nın gözlerindeki öfke saklandığı yerden çıkmış ancak yer değiştirmişti. Aynı öfke ile bu defa Robert bakıyordu Duck’a. Oysa Duck bir daha asla kafasını yana eğip bakamayacaktı ona. Sofranın tam ortasındaydı. Bugüne kadar hiç görmediği bir ihtimam gösterilmişti kendisine hazırlanırken… O artık Ruffles’ların evinde bir kutlama yemeğiydi.

— Bunu nasıl yaparsın? diye haykırmıştı Robert.

— Yüz gram ördek etinde 18 gram protein ve yüksek miktarda demir minerali vardır, dedi Matilda. Her zamanki donuk ifadesi ve soğuk ses tonu ile…

Not: yazı çizi atölyesi öykülerinden.

Yorumlar akışı .

yazı çizi  
Facebook Twitter More...