“Set” edilmiş toplantı | Begüm Özbakır
Yazan Kategori atölyeden“Biriniz de orospu olun ayol.” diye geçirdim içimden. Hepsi harika, hepsi çok düzgün insanlar sanki! Kasvetli odada, eski püskü avizenin sallantısına takılmışken gözlerim, sabırla konuşmalarının bitmesini bekliyordum. Masanın samimiyetsizliği kocaman oluşundan belliydi. Birbirimizi duymak zor olsun diye tasarlanmıştı sanki. Büyük masada, küçük insanlarla şirketi nasıl kalkındırırız ve maaşları nasıl arttırırız diye konuşuyorduk. “Set” edilen “meetingler”, “client”ı daha fazla memnun etmek için yapılan “brainstorming”ler, projelerin “deadline”ları arasında geçen plaza dili bombardımanının ardından konu nasıl oluyor da kendi muhteşem özelliklerine geliyordu bilemiyorum.
Hande başladı ilk önce.
“Overallda işe ‘qualificationı’ daha yüksek insanlar almalıyız. Sonuçta bizim gibi ‘overqualified’ insanlarla çalışacaklar. Uyum sağlayacak kişiler olmalı. Mesela ben, biliyorsunuz doktoramı Harvard’da yaptım. Anadilim gibi İngilizce bilirim. Oysa en son aldığımız yeni mezun kıza geçen gün toplantı özetini anlatıp ‘FYI’ dediğimde suratıma uzaylıymışım gibi baktı.”
Uzaylısın zaten.
Bora Bey devam etti.
“Şimdi Hande’cim, haklısın ama gençlere de biraz zaman vermek lazım. Şirketimizin çalıştığı projeler ile ilgili tüm ‘brief’ler aktarıldı mı bu kıza? Bakın burada hiçbir şeyi atlamamamız lazım. Mesela ben, biliyorsunuz hiçbir aktarımı yapmayı unutmam. Tüm konuları size ‘clarify’ ederim. Hafızam güçlüdür. Sizin değilse lütfen bir ‘schedule’ oluşturun ve notlarınızı alın.”
Sanki bana dünya hafıza şampiyonu.
Gülçin sürdürdü konuşmayı.
“Tabii Bora Bey. Mesela ben, bakın her şeyi ‘note down’ yapıyorum. İnsanız unutabiliriz yani. Bu kız bence uyum sağlayamadı. Kısacık etekle gelmesi sanki kendini patrona beğendirmeye çalışıyormuş gibi düşünmeme sebep oluyor. Biraz acemi buluyorum kendisini. Ben mesela, ilk işe girdiğimde hiç böyle değildim. Ne de olsa sağlam bir akademik geçmişim var ve İngilizcem you know, perfect.” diyerek kahkaha ile noktaladı.
Yok dayanamayacağım. Bir çırpıda emeklerimi, sabrımı, terfiimi, maaşımı her şeyi kenara atasım var. Haykırasım geliyor.
Önce kendi dilini düzgün konuş, İngilizcen perfect olsa ne! Hepiniz mükemmelsiniz sanki bana. Yeni mezun kızın üzerine basıp kendinizi yükselttiniz. Prim yaptınız da yaptınız. Hepiniz harikasınız.
Dayanamıyorum. İç sesimi daha fazla bastıramıyorum. Boğazımı temizleyerek lafa giriyorum:
“Sizin acemi dediğiniz kız, parasızlıkla boğuşan ailesinin, kazandığı burslarla yüzünü güldüren, kendi tırnaklarıyla burada çalışmaya hak kazanmış bir evladımız. Sizin iğrenç plaza dilinizi bilmiyor diye saatlerdir kızı aşağılayıp durdunuz. Patronun odasından çıkmayan, yalakalıktan sünmüş suratlarınızla siz kimsiniz de gencecik kıza dil uzatıyorsunuz? İster etek giyer, ister suratınıza uzaylıymışsınız gibi bakar, ister bazı şeyleri not almadığından unutur. Hepiniz mükemmelsiniz sanki bana, biriniz de orospu olun yahu ne olacak? Ruhunuz böyle orospu olmasın yeter ki!”
Oh be!
Herkes şaşkınlık içinde bana bakıyor. Bir bardak su içip, gülümseyerek “meeting room”dan çıkıyorum.
Not: yazı çizi atölyesi öykülerinden.