Şub 25

Tesadüf | Seda Sevgi

Yazan Editör Kategori atölyeden

Onunla ilk o kafede buluşmuştu. Savaş boyunca şehre haber yapmak için gelmiş tüm gazetecilerin konuşlandığı Hotel Europe’un o eşsiz kafesinde. Oturdukları masada gözü sık sık mavi, gülkurusu tonlarıyla bir nakış gibi işlenmiş renkli tavana takılmıştı o gün. Osmanlı ve Avusturya mimarisinden esintiler taşıyan bu muhteşem tavan altında kahvelerini yudumlarlarken, yüzüne dökülen kâkülleri tavandan sarkan devasa kristal avizeden yansıyan mum ışığı aydınlatıyordu. Ne hoş bir buluşmaydı, diye düşünerek gülümsedi.

“Saraybosna büyülü bir yer” demişti Ahmet ona.  “Nelere göğüs germiş ve hala gülümseyen insanlarıyla ayakta!”

“Evet” demişti Samira. “Burası Bosna Savaşı’nda yıkılmayan az sayıda binadan biri.”

“Bir şehre ruhunu veren en az binalar kadar, orada yaşananlar da” diye cevap verince Ahmet, acı acı gülümsemişti. Hayatta kalmak için kız kardeşiyle Mostar yakınlarındaki evlerinden Saraybosna’ya ulaşabilmek için iki gün boyunca yürüdükleri aklına gelmişti o anda.

“Peki, neden?” diye sormuştu Ahmet biraz da şaşkınlıkla.

“Çünkü kuşatma altında olmasına rağmen savaşta hayatta kalabilmek için en güvenilir yer hala burasıydı.  Babamın ölümünden sonra buraya sığınmaktan başka çaremiz kalmamıştı” diye cevaplamıştı. Üzüntü ve şefkatle gülümsemişti adam, bu güçlü ve güzel Hersek’li genç kadına.

Görev süresi bittiğinden beri yüz yüze görüşmemişlerdi. Bugün haftalar sonra ilk defa buluşacaklardı. Ahmet Dışişleri Bakanlığı’ndaki görevine geri dönmüş, yine de iletişimi koparmamışlardı. Samira kafeye erkenden gelmiş, dört gözle sevdiği adamın gelmesini bekliyordu. Çok heyecanlıydı ama bir o kadar da vakurdu. Kuşatma altındaki Saraybosna’ya “umut tünelinden” girmeyi hayatın bir mucizesi olarak başardıklarından beri, hayatta her şeyin olması gerektiği gibi olacağını biliyordu çünkü. Girişte nöbet bekleyen askerlerden hayır cevabını almadan hemen önce, ellerinde kalan son damla suyu hiç tanımadıkları iki yabancıyla paylaştıklarında bu kişilerin tünele giriş biletleri olduğunu bilmiyorlardı bile. Tıpkı Ahmet’i ilk gördüğünde bu tıknaz, kısa boylu, saçları dökük Türk diplomatına aşık olacağını bilmediği gibi.

Hayat böyleydi, kimilerini alır, kimilerini yaşatır, kimilerini de mutlu ederdi işte.  Hayatın kendisi mi yoksa insanlar mı onu bu kadar acımasız yapan, diye düşündü ama çok da durmadı üstünde. Hayatını hiç durmadan, düşünmeden yürümesine borçlu olan Samira, düşüncelere fazla takılı kalmanın önemli olmadığını çok iyi biliyordu çünkü.  O çok sevdiği erkek sesiyle yerinden mutlulukla fırladı: “Samira!”

Not: yazı çizi atölyesi öykülerinden.

Yorumlar akışı .

yazı çizi  
Facebook Twitter More...