Yarım paket sigara | Burak Mermer
Yazan Kategori atölyedenGöz göze geldiler ve gülmeye başladılar. Aynı topraklarda, benzer kültürlerle büyümüş olmanın faydasıydı bu. Hani bazen hiç tanımadığınız, hatta hayatınızda ilk kez gördüğünüz bir insanla ilk karşılaşmanızda ortak bir nokta bulursunuz ya, onlarınki de böyleydi işte. Birbirlerini tanımasalar da bir sarhoşun keyifle söylediği türkünün yavaşça uzaklaşan sesi ikisinde de benzer hisler uyandırmıştı.
Adem’in aklında beliren babasının imgesiydi. Aslında babasıyla çok uzun bir geçmişi yoktu, daha dokuz yaşındayken terk etmişti bu dünyayı. İyi adamdı rahmetli; çalışkandı, eşini ve tek oğlunu sever, el üstünde tutardı. Her cuma akşamı işten dönerken oğluna çikolata, eşiyle kendisine de bir büyük rakı getirirdi. Yemeğin ardından Adem çikolatasını yer ve yatağa gönderilir, babayla anne de çilingir sofrasının başına geçerlerdi. Hemen uyumazdı, odasının kapısını aralayıp içeriyi izlerdi. Rakının etkisiyle yavaş yavaş çakırkeyif olan babası gözlerini annesine diker ve bet sesiyle bir türkü söylemeye başlardı. Sonra türkünün en güzel yerinde gözü kapı aralığından kendisini dikizleyen oğluna takılır ve türküyü yarıda keserdi. “Bizi mi izliyorsun eşek sıpası!” Yakalanınca kahkahalarla yatağına koşar, babasının kaldığı yerden devam ettiği türküsüyle uykuya dalardı.
Bunlar çok sene önceydi tabii. Babası bir trafik kazasında hayatını kaybetmiş, annesi de ailesinin baskısıyla çok geçmeden başka bir adamla evlenmişti. Üvey babası gaddar bir adamdı, sevmezdi Adem’i. O da bir büyük açardı zaman zaman, ancak annesiyle paylaşacağına kendisi gibi meymenetsiz arkadaşlarını doldururdu eve. Çakırkeyif olduğunda da türkü söylemek yerine bağırır çağırır, ya onu ya da o esnada engel olmaya çalışan annesini dövüp bir kenarda sızardı. Adem bu rutine pek fazla dayanamamış, on dördünde evden kaçmıştı. Sokaklarda geçen senelerin ardından babasının yüzü bir hayale, geride bıraktığı ve bir daha görmediği annesininkiyse aslından daha güzel, daha kusursuz bir kopyaya dönüşmüştü.
Gökhan’ı güldüren düşünceler silsilesi daha farklıydı. Onun kafasında bir babanın belirmesine imkân yoktu çünkü babasını ve annesini hiç görmemişti. Daha doğduğu gün bir cami avlusuna bırakılmış, hayatının ilk on sekiz senesini bir yetiştirme yurdundan diğerine göçerek geçirmişti. Kaldığı son yurdun yaşlı bir bekçisi vardı. Akşam erkenden içmeye başlar, geceye doğru da türkü söyleyecek kıvama gelirdi. Gökhan ve arkadaşları için bir işaretti bu, sesini duydukları anda yurttan çıkar ve sabah erken saatlere kadar dönmezlerdi. Gün geldi türkülerle çıktıkları yurda girmediler bir daha. Dışarısı daha heyecanlıydı onlar için, hatta belki de daha güvenliydi. Gökhan’ın göçebe hayatı dışarıda da değişmedi, bir sokaktan diğerine sürüklendi durdu. Kaldığı hiçbir yurt sonuncusu kadar yer etmedi aklında, oradan kaçarken hissettiği keyifli heyecanı bir daha yaşayamadı.
Adem ve Gökhan’ın düşüncelerle dolu sessiz tebessümleri dondu birden. Onları geçmişe götüren türkü giderek uzaklaşırken Adem’in bir gözü seğirdi, elindeki tabancayı iyice kavrayıp çekti tetiği. Göğsünde kırmızı bir boşluk beliren Gökhan’ın gülümsemesi yavaşça silindi, ama gözleri geçmişe takılıp kalmış gibi boş bakıyordu. Adem karşısındakinin ölmesini beklemeden gidip ceplerini karıştırdı, bulduğu bir tomar parayı ve yarım paket sigarayı yanına aldı. Aklında babasının sesi, yüzündeki gülümsemeyle ayrıldı oradan.
Not: yazı çizi atölyesi ürünlerinden.