Zaman köprüsü | Begüm Özbakır
Yazan Kategori atölyedenEve geç kalınca merak ettim. Sokağın köşesindeki çalıştığı bara gittim. Etrafında olmamı istemiyordu çünkü kıyafetlerimden dolayı beni garip buluyorlardı fakat umursamadım. Merakım, onu utandırmaktan korkmamın önüne geçmişti. Aniden içeri girdim. Barda üç kişi vardı. Sosyetik sosyetik takılıyorlardı. Bana göre garip olan onlardı, ben değil. Solumdaki bir adamla kadın dönüp küçümseyen gözlerle bana baktılar. Kadın yanındaki adama doğru eğilip “Bir hanımefendinin pantolon giymesi ne tuhaf!” dedi. Adam da başıyla onayladı. Umursamadım. Ondan daha modern ve spor giyinmiş olmam ayıplanacak bir şey değildi. Sağ tarafta tek başına, düşüncelere dalıp gitmiş bir adam oturuyordu. Ne derdi varsa kafasını bile kaldırmadı. Muhtemelen varlığımın farkında bile değildi. Önünde duran viski bardağının üstünde işaret parmağını dolaştırmak dışında yaptığı bir şey yoktu. Derken onu gördüm. Yorgunluktan gözlerinin altı mosmor olmuştu. İçeri ani girişim onu korkutmuş olmalıydı. Müşterilere içkilerini yetiştirmeye çalışırken, kafasını hızla kaldırıp bana baktı.
Diğer kadınların aksine üzerimde ne elbise vardı ne etek. Saçım da uzun ve bigudi ile sarılmış değildi. Kısa ve dağınıktı aklım gibi. Müşterilerinin tuhaf bakışları arasında “Ne işin var senin burada?” dedi dişlerini sıkarak. Çağın ötesinde olan kızından utanan bir baba edasıyla müşterilerine “Ne olur kusura bakmayın” der gibi bakışlar atıyordu. “Sadece seni merak etmiştim. Gelmeyince endişelendim. 5 saat önce evde olmalıydın” dedim. Bir an önce bardan çıkmamı istediğini belli ederek “Gördüğün gibi çalışıyorum, sen eve gidip beni orada bekle” dedi.
Endişeme yenilmiş olmanın verdiği utançla usulca çıkıp eve doğru yavaş yavaş yürümeye başladım. Biliyorum, onun için zordu varlığımı kabullenmek.
Babam İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanlara içki servisi yapmakla boğuşmuş yaşlı bir adamdı. Daha bilgisayardan bile haberi yokken ben çıkagelmiştim 2000’li yıllardan. Aramızda bir bağ olduğunu, gelecekteki kızı olduğumu anlatabilmem, inandırabilmem yıllarımı almıştı. Hâlâ beni aniden gördüğünde korkması bundandı. Alışamamıştı. İkinci Dünya Savaşı’nın nasıl biteceğini anlattığımda dudağı uçuklamış, ancak anlattıklarım gerçek olunca bana inanmıştı.
Benim için aslında daha zordu. 5 yaşımdayken kaybetmiştim babamı. Henüz tanıyamadan, kendimi tanıtamadan. O kadar aradım ki onu, zaman kavramımı kaybettim. Geçmiş ne, gelecek ne? Anda kalmak ne? Bazı insanlarla tanıştığınızda “Sanki senelerdir tanıyor gibiyim” dediğiniz olur mu? Geçmişten günümüze tüm hücrelerimizle birbirimize bağlı olduğumuzu babamı bulduğumda anladım.
Zamanda çıktığım bu yolculukta ufacık bir barda buldum onu. Bulduğum anda da bırakmadım.
Not: yazı çizi atölyesi öykülerinden.