Şub 06

Figüran | Ernur Yanbastıoğlu

Yazan Editör Kategori atölyeden

figuran― Alo Kemal, uyandın mı?

― Sana da günaydın Filiz.

―Hadi kaleye çıkalım. Hem hava almış oluruz hem de ertesini unuturuz pazarın.

― Kim tırmanacak onca yokuşu şimdi?

― Maazallah yağların erir. Hadi giyin. Atalım üstümüzden şu mahmurluğu.

Yüzüne hasret bırakan güneşi görünce buldumcuk delisine dönerim. Kendimi Heidi gibi dağlara vurasım, yedi cüceler gibi ormana atasım gelir. Ankara’nın duble yolları dışladığı için yeşili, çok da seçenek yoktur tabanvayla gidilecek. Böyle durumlarda akla gelen ilk joker kaledir. İtfaiye Meydanı’nda ceylanı pusuya düşürmeye çalışan aslanların arasından sıyrılıp Saman Pazarı’nın nostalji rüzgârından nefesime düşeni çalar, tırmanırım tepeye doğru. Pazarı pazar yapan, masanın bir türlü toplanmadığı keyifli kahvaltılardır. Kuş sütünün, dostlarla edilen iki kelam olduğu…

― Figüran Kafe var şurada, serpmesi güzel oluyor. Oturalım mı Filiz?

― Tamam. Sen geç, ben bir sigara tüttürüp geliyorum.

― Şşşşt! Sakın kapının önündeki yeşil sandalyeye tüneyeyim deme, sahipli o.

― Tapusunu aldın da haberim mi yok? Çalışmaya başladın, akarken biriktir kendine ait evin olsun, dedik. Sandalye mi aldın Kemal?

― Evet, kredisi bitmeden kimseyi oturtmuyorum Filiz!

― Bir kere lafımızı dinledin, onda da yanlış anlamışsın oğlum. Büyük düşün azcık.

― İç gel, anlatırım.

Yine Kemal’in sosyal deneylerinden biri diye düşündüm. En son apartman sakinlerini denek olarak seçtiğinde karakolluk oluyorduk. Neymiş efendim, müziği son ses açıp dünyanın son günüymüş gibi felekten bir gece çalıyormuş havası versek tüm komşular şikâyete gelirmiş. Ama dünyayı başımıza yıkacakmış gibi bağırıp çağırsa bir Allah’ın kulu kapıyı çalmazmış. Denedik, gördük ki insanların kahkahalara çığlıklar kadar tahammülü yok hakikaten. İşin karakol kısmıysa kapıya gelenlere bunun bir deney, onların da doğal olarak denek olduklarını anlatınca başladı. Göbeğiyle beyaz atletinin mukavemetini test eden 8 numara, “Yani sen bizi fare gibi kullandın, öyle mi? Labirente de koy tam olsun,” deyince iş çığırından çıkıyordu ki araya hanım kızlar olarak biz girdik. Bu da Kemal’in beni denek olarak atadığı son deneydi herhalde.

Kapının önüne çıktım. Sigaramı içiyorum ama gözüm antika yeşil sandalyede. Cennetten kovulacağını bile bile Âdem’le Havva gibi yasak elmama yaklaşıyorum, tedirgin. İçeriden bana bakan iki çakır göz fark ediyorum. Kılımı kıpırdatsam mıhlayacak sanki beni asfalta. Adamın elleri bizim masayı donatıyor, ama gözleri benim üstümde. Masaya eğiliyorum, saksıya; ayakları bana yöneliyor. “Çiçeği koklayacaktım da…” diye geveliyorum. “Kokmaz o!” diyor, cümlenin sonundaki ünlem yüzüme iniyor tokat gibi. Apar topar masaya…

― Kemal, ne oyunlar oynuyorsun yine sen? Bir de oyuncu tuttun herhalde, adam dövecekti az daha.

― Ben seni uyardım.

― Derdi ne ki? Kaşıkçı elması mübarek. Kıytırık bir sandalyeyle masa. Çiçeğini de yedik sanki.

― Bana da bir arkadaş anlattı geçenlerde; sahibini bekliyormuş onlar. Amcayla eşi, yıllar evvel açmış burayı. İşi gücü bırakıp hayallerindeki yeri yapmışlar. 45likler çalsın, eski Yeşilçam filmleri gösterilsin, sinema sohbetleri yapılsın istemişler. Gel zaman git zaman film yıldızları da uğramaya başlamış. Fotoğraf çektirmeler, peçetelere, posterlere imza atmalar… Baksana duvarlara. Sonra amca, kadın figüranlardan birine sevdalanmış. O dönemin deyişiyle “sevişmişler”. Kadın, “Bekleme beni.” diye not yazmış, yapıştırmış işte o masaya, basmış gitmiş.

― Kendileri film olmuş desene.

― Aynen öyle. Bekle, dese devam ederdi belki hayatına. Bekleme dedi ya, yasak meyve tohumu gibi ekilmiş içine. Yıllardır dönecek diye her gün yerli yerine koyarmış sandalyeyle masayı. Çiçeğe gözü gibi bakarmış. İşte oradan geliyor dokunulmazlığı. Hadi iç, soğutma çayını.

Bir insan bir şeyi ne kadar bekleyebilir? Vapur, tren, sıra, doğum, haber, yaz… Beklenen onca şey arasında acımasız olan yine insandır. Az çok kestirilebilir vapurun kaçta geleceği, kuyruğun ucu görünür. Haber ulaşır dilden dile. Yaz, en fazla baharla yer değiştirir. Sonunda cemre düşer, güneş göz kırpar. Ölüm zamansız gelse bile doğarken bilinir sonun olduğu.

­― Bir şey mi dedin?

― Üzüldüm ya. Hayat böyle geçer mi?

― Kendi beklemiyor baksana, masaya sandalyeye devretmiş nöbeti. Kürkçü dükkânı bellemiş kendini. Bir umut. Biraz zaman. Belki ömür.

― Bir insan bir insanı ne kadar bekleyebilir ki?

― Kendi hayatının figüranı olana kadar herhalde.

Gaye’nin notu: yazı çizi atölyesi öykülerinden. Fotoğraf yazara ait.

Yorumlar akışı .

yazı çizi  
Facebook Twitter More...