Ara 24

Gece dostları | Karin Saka

Yazan Editör Kategori atölyeden

Kollarında sıkı sıkı tuttuğu yavru korkudan titrerken yavaşça kulaklarının arkasını okşadı. Aynı anda kalabalık anahtarlığından evinin kapısını açanı bulmayı başardı. “Geldik işte.” Şefkat dolu sesi küçük kedinin kulaklarında yankılanırken bacağıyla ittirerek kapıyı kapattı. Sapsarıydı ve enine beyaz çizgiliydi, ancak o kadar minikti ki diğer yavruların arasında ezilip annesinin sütüne hasret kaldığı kesindi. Çantasını kenara koyup sarı botlarını çıkarmakla uğraşırken çoktan bir sürü meraklı göz halının kenarından, koridorun başından ve komodinin altındaki boşluktan getirdiği yabancıyı izlemeye başlamıştı. Keskin kulakları, avın sesini duymuş gibi dikelmişti. Bazıları beklemeye dayanamayıp çekingen bir mırıldanmayla yaklaşmıştı bile.

“Arkadaşlarınla tanış bakalım.” Kadın miniği temkinli bir şekilde yere bıraktıktan sonra rahatça nefesini verdi. Bacaklarına, oradan tüm üst bedenine yayılmakta olan yorgunluğun çağrısını belirsiz bir yankı gibi duyuyordu. Sesin ötesinde bir gerçeğin olduğunu biliyordu ama banyo sonrası buğulanan camda kendine bakmaktan farkı yoktu. Dün aldığı hapın etkisi geçmeye başlamıştı. Karmaşık saçlarını yüzünün önünden iterken çıkarmayı unuttuğu tek ayakkabısıyla yatak odasına doğru yürüdü.  Camının kenarındaki üstü dopdolu komodini vahşice araştırmaya başladı. Eski kavanozların içinde artık çürüme evresine gelmiş çiçekler, siyah, kapağı kırık tuşlu telefonu, yıkadığı ama yerleştirmediği iç çamaşırları… Yok. Yavaşça arkasını döndü. Eski, sıradan gri duvarlarının üstü yer yer pastel ve gıda boyasıyla yaptığı desenlerle canlanıyordu. Küçük koltuğuna bakındı bu sefer. Kırmızı kadifenin rengi kedi tüyü yüzünden belli olmuyordu. Kıyafetlerin üzerinde, yatağının altında, hatta komodinde topaklanmış yumaklar… Oda spreyi yirmi dakikaya ayarlı, evdeki kedilerin ağır kokusunu olabildiğince uzaklaştırmayı deniyor. Düzgün görünen tek şey her baktığında iğrendiği, tüm alanı kısıtlayan yatağı. Uzun süredir içine girmeyi reddettiğindendi belki de…

“Bitmiş…” Endişeye kapılmış, titrek sesiyle konuşurken içeriden tıslamalar ve coşkulu miyavlamalar yükseldi. Yeni gelen miniği aralarına katmayı tartışan arkadaşlarının sesleri bunlar. Tereddütle kıyafetlerinin altında birikmiş olan ilaç kutularını yokladı. Onlar da boştu, yastığının altına sakladıkları da.

“En yakın eczane…” Sessizlik beynine karaya vurmuş balina misali çarpıverdi, sızıyla yayıldı. Eczaneye gitmek ona yirmi sekiz dakika kaybettirirdi. Akşam alacağı duştan sekiz, rapor yazacağı zamandan on iki. Sekiz dakika da gidiş geliş… Kasılan vücudunu sakinleştirmek için ellerini paramparça olmasından korktuğu kafasına bastırdı. Nasıl böyle bir hata yapabilirdi? O sırada içerideki tartışmadan sıkılmış, bacaklarının arasında gezinen koca kedi onun bu acınası durumunu umursamadan kendini sevdirmeye çalışıyordu. “Romero…” Kız acıdan inliyormuş gibi konuşurken göbekli yumuşak arkadaşını kucağına aldı. Derin nefesleri hayvanın gözlerini kısmasına neden oluyordu. Sakinleşmeye çalışırken yorgunluk omuzlarına yaslanan bir dost gibi tatlıydı. En son uykudan titreyen gözlerini huzurla ne zaman kapatmıştı? Kediyi yavaşça okşarken etrafında dönerek odayı turladı. İçeride miyavlayanlar, yatağının altında şekerleme yapanlar… Uykusuz gecelerde küçük kulaklarını sallayışları ve parıldayan gözleri, sessizlik Kanagawa’nın büyük dalgası misali onu sürüklerken, içindeki ışığı görmesini sağlıyordu.

Romero’yu iki ay önce karşı mahallede birinin arka bahçesinden çalmıştı. Sürekli yatağının kenarını tırnaklarını kaşımak için kullanan Zıpkın’ı ise çok daha önce. Zamanın zihninin bir köşesinde bükülüp, diğer tarafında salon dansı yaptığı günlerden birinde. En yakın eczaneymiş… Uykuyu hayatından çıkaran, bitkin düşmüş kafasını dik tutan eller. Haplar her bir yanda iken düşünmesine yardımcı olan bu küçük patilerin sahipleri. Günışığı tüm bedenini ısıtıp aydınlatırken asla onu beklemeyen zaman… İşten gelip hemen uykuya dalmak. Eğlence, boğazına takılmış kocaman bir kılçık sanki. Konuşmak, içmek, şarkılar söylemek gündüzleri yasaklanmış…

Böyle yaşamaktan vazgeçtiği, zamanın cambaz ipinde sendelemek yerine zıplamaya karar verdiği gün. Kediler de o gün küçük, düzensiz evine girmeye başlamışlardı. Aylar, eğilerek yüzünü yıkayıp sonra tekrar aynaya baktığı ana kadar geçip giderken çoğaldı gece dostları. İnsanlar rahatsız yataklarında uyuklarken ya da ertesi günün planını kafasının içinden tekrar ederken bu deliliği reddetti. Bir hap yuvarladı dilinin üstüne. Gün battıktan sonra yaşam yok muydu? Vardı elbet. Güneş ufuktan doğarken de batarken de manzara büyüler dünyasından bir kare. Hayatın içine sığmayan planlarını gerçekleştirmek için ne lazımdı öyleyse?

Gökte elmas gibi parlayan Ay’ın görünmesi.

Romero’nun başını usulca öptükten sonra onu yere bıraktı. Diğer yoldaşları, kavgayı bırakmış,  yeni gelen yavruyu yalıyor ve onu sıcak yuvalarına dahil ediyorlardı. O sarışın küçük kediyi de daha bu sabah işyerindeki başıboş bir kedi pusetinden almıştı. “Eczane…” diye mırıldandı yine, bir botu eksik evden çıkarken. Bastığı soğuk zemin uykusuzluğu yüzünden zangırdıyordu sanki.  Kaç adım attı? Omuzlarından gökyüzüne bağlı bir kukla gibi yürüyordu. Birkaç dakika, avuçlarından kayıp giden sapsarı kum taneleri… Sokağın başından tanıdık bir sesin yankısını duydu.

Bu yankı, ona yolunu gösterecek olan. Ya da paramparça edecek kalbini. Miyavlama gibi uzaktan bir çağrı. Gökyüzünün misinaları omuzlarını keserek koparken kafası zeminle buluştu. Kimdi bu koca elleriyle gözlerini kapayan?

Usulca onu bekleyen uykusu mu, yoksa ilaçlarıyla kandırmaya çalıştığı zaman mı?

Not: yazı çizi atölyesi öykülerinden.

Yorumlar akışı .

yazı çizi  
Facebook Twitter More...