Nazar | Yahya Salim
Yazan Kategori atölyedenÇok havalı görünüyorsun şekerim, diyor. Eteğine bayıldım. Kime diktirdin?
Siren Hanıma. Burda’dan kendim seçtim patronu. Saçım çok mu berbat?
Hmm. Yok canım. Gel içeri, bir çay içelim çıkarız. Hanya böreği de yaptım Serra’ya götürmek için, birer tane yeriz artık.
Civciv sarısına boyadı ayol, bundan böyle İsmet’e gidenin ayakları kırılsın.
Vicdan içeri girinceye kadar bekliyor Havva, gözlerini deviriyor. Güzelim kestane rengi saçını ayda bir sarıya boyatıyor, İşkodralı değil de, İskandinav falan sanır gören. Havva sinir oluyor bu sarışınlık merakına. Vicdan’ın her şeyine, en çok da özenti hallerine, olmadığı ne varsa ona heveslenmesine kafası atıyor. Bir kez lafını edecek olduydu da bir ay konuşmadılar. Aman ne hali varsa görsün, dedi demesine ama araya girenleri kıramadı ikisi de.
Serra Makbule Hanımı da davet etmiş. Ecnebi kökenli diyorlar ama iyi insan. Doğruya doğru. Kimseye zararı yok.
İyi yapmış ya, diyor Havva, zavallı Makbule, insanın hısım akrabasız kalakalması ne zor. Kardeşlerinden gayrı akrabası yokmuş diyordu Serra. Onlar da Amerika’ya kaçmış. Ketum kadın Makbule. Tehcirden nasıl kurtulmuş acaba?
Kapanmış yarayı deşme şimdi. Biz de Kosova’da, Makedonya’da çok çekmişiz, lafını ediyor muyuz? Ya Emine Hanımlar, birinci elden zulüm yaşadılar Kırcaali’de. Büktüler boyunlarını, sıfırdan hayat kurdular memleketimizde. Kolay mı? Ya bağrımıza basmasaydık garibanları… Nereye giderlerdi?
E o da lafını ediyor değil zaten, arasıra yarası sızlıyordur olsa olsa.
Olur öyle şeyler. Münasebetsizlik yapmadığı müddetçe…
***
Vapur iskelesine yürürken basma entarili bir kadın geçiyor yanlarından, kucağında bir bebek, arkasında iki oğlan çocuğu, etrafa meraklı gözlerle bakıyor, annelerini gözden kaçırma korkusuyla koşar adım yürüyorlar.
Memleketi istila ettiler ayol, diyor Vicdan, sesini yükseltiyor, aceleyle, kadın uzaklaşmadan. Çoğalıp duruyorlar fare sürüsü gibi.
Öyle deme şekerim, kimse ocağını bırakıp burada elalemin ağız kokusunu çekmek istemez on kuruşa.
E yerlerinde dursunlar zaten.
Kadın kaldırıma çıkmıştı bu arada. Vicdan’ın söylediklerini işitmiş olmalı ki çocuklarını kendine doğru çekti. Tedirgin, telaşlı baktı etrafa. Bir an Havva’yla gözgöze geldi, ya da Havva’ya öyle geldi.
Kocaman kara gözlerine bak şu oğlanların, ne şeker…
Bu karakafalar büyüyünce Doğuya döner, devlete el kaldırır, bizim çocuklarımıza silah çeker. Öyle yağma yok, baştan ezmek lazım kafalarını.
Boşboş konuşuyorsun Vicdan. Nereden çıkarıyorsun. Herkes çoluğunun çocuğunun rızkını, istikbalini düşünüyor.
E biz de kendi çocuklarımızın istikbalini düşüneceğiz herhalde.
Havva içinden söyleniyor: Vicdan’ın oğlu Amerika’da okuyor, kızı Londra’ya kapağı atmış. Kimin istikbalini düşünüyorsa…
***
Serra’nın gündelikçisi Gülseren açıyor kapıyı. Hoşgelmişsiniz hanımlar, sefalar getirmişsiniz. Gülseren’e sarılıyor ikisi de. İyi gördüm seni şekerim, diyor Vicdan, dur bakayım, hamile misin yine? Aa, ne konuştuk geçende? Gülseren’in yüzü kızarıyor, gülüşüyorlar.
Abla eteğin ne güzelmiş, tam senin zevkine layık valla.
Gülseren mantolarını çıkarmalarına yardımcı oluyor, özenle askıya yerleştiriyor. Sağolasın Gülseren, diyor Vicdan, çok şanslı bu Serra, herkese nasip olmaz senin gibisi. İşitiyor musun Serra?
***
Sorma Serra, diyor Havva. Yolda esmer bir kadınla çocuklarını gördük, Vicdan cinnet geçirdi yine. Hiç konuşulmuyor bu mevzuda. O yufka yürekli, herkesi bağrına basan Vicdan gidiyor, bir canavar çıkıyor.
Serra gülüyor. E haksız da değil, şekerim. Hep aynı hikaye, muhacirler gelmeye görsün akın akın, şehrin huzuru kaçıyor. İnsan arkasına bakmadan yürüyemiyor, kapısını kilitlemeden uyuyamıyor. Eskiden böyle miydi? Bir vakitler kimsenin aslı sorulmaz, herkes birbirinin bayramını kutlardı. Huzuru kalmadı memleketin, her yerde kin, öfke… Sen ne diyorsun bu meselelere Makbule?
Makbule çayına uzanıyor, bir yudum alıyor. Bir şey fikrinin akışını çelmiş gibi duraksıyor, gözleri perdenin işlemelerine kayıyor.
Nereden geliyor bunca öfke, kim kimin malını paylaşamıyor, bilemiyorum. Kimin malı derken Makbule kelimenin üzerine üzerine basıyor gibi geliyor Havva’ya, münakaşa çıkacak diye tedirgin oluyor. Lafım meclisten dışarı tabii, diyor Makbule, pencerenin ardından bakan birilerine hitap ediyor gibi. Havva, fırtınayı atlatmışçasına rahatlıyor.
Nereden geldiğini biliyoruz bana sorarsan, diyor Serra. Memleketimizin en büyük meselesidir nefret, lakin onu da muhacirler taşımadı mı bize? İspanyol nezlesiyle beraber geldi derdi rahmetli anneciğim.
Çok daha önce, diyor Makbule. İspanyol nezlesi geldiğinde nüfusun ekseriyeti zayi olmuştu benim bildiğim. Havva, nereden açtım bu meseleyi diye hayıflanıyor, mayın tarlasında hissediyor kendini.
Vicdan yerinde kıpırdanıyor, eteğini düzeltiyor. Aman Havva, afakanlar bastı o an. Herkes bir değil tabii, kültürümüze intibak eden, şehir terbiyesine uyanlara dediğimiz yok.
Haydi, bırakalım bunları, güzel şeyler konuşalım, diyor Havva.
Vicdan, göz ucuyla kapıda ayakta duran Gülseren’den yana bakıyor, eline ilişen bir mecmuayla yüzünü yelliyor.
Gülseren, çayınızı tazeleyim abla, diyor. Senin yaptığın çay başka oluyor canım, içerim bir bardak daha. Şeker almam. Bir börekitaya da hayır demem. Maydanozlusundan. Serracığım, bu sefer kendini aşmışsın billahi.
Gülseren çayı getiriyor. Vicdan bardağı ince parmaklarıyla kavrıyor. Bardak çatlıyor, elinde parçalanan camlar eteklerine dökülüyor.
Vicdan hâlâ bardağı kavrarmışçasına kıvrılmış parmaklarına bakıyor. Neden sonra eteğine damlayan kanı fark ediyor. Havva, canım etek, nazar değdi zaar, diyerek sessizliği bozuyor.
Makbule gözlerini Vicdan’a dikmiş sesini çıkarmadan oturuyor, gözlerinden tekinsiz bir kıvılcım geçmiş gibi geliyor Havva’ya. Gülseren, elinde bez ve sirke şişesiyle Vicdan’ın yanına koşuyor.
Not: yazı çizi atölyesi öykülerinden.