Balkon / Ernur Yanbastıoğlu
Yazan Kategori atölyedenHeyecanını gizlemeye çalışarak içeri girdi. Onu, benim kadar tanıyan başka kimsenin olmadığını biliyordu. Yine, bile bile lades… Böyle zamanlarda yalan söylemediğini anlamayayım diye gözlerini kaçırmazdı. Ufak bir gülümseme… O güzel dudaklarıyla hiç çıkarmadığı küpeleri arasındaki mesafeyi birkaç milim kısaltacak kadar yalnızca. Samimi olmadığında ya da geçiştirmek için insanları, böyle gülümserdi.
Çok kalabalıktık o akşam. Üniversiteden arkadaşlarımızla uzun zamandır yaptığımız plan hayata geçmişti. Eski günleri andık, elde kalan fotoğraflara baktık, burnu Kaf dağını aşan hocalarımızın kulaklarını çınlattık. Pür neşe… Ve neşeyi yeni bilenmiş keskin bir bıçakla bölen o melodi. Telefonunu aldı. Yüzüme baktı, hesap vermek zorunda hisseder gibi. “Annem” dedi sessizce ve balkona geçti. Odanın içini taradı gözlerim bir bahane bulmak için. Bulduğum ilk boş bira şişesini kapıp koşar adım çıktım odadan. Bira için açacak ararken zaman sanki yavaşladı. Kulağım balkonda. “Canım” dediğini duydum ve annesine seslendiği tüm kelimeler bir bir geçti aklımdan. Telesekreterin o mekanik sesi: “Aradığınız kelimeye şu anda ulaşılamıyor. Lütfen daha sonra tekrar deneyiniz.” dedi, sonuna bir kötü kadın kahkahası ekleyerek. Onun yarım ağız “1 mayısta, tamam, anlaştık.” dediğini duydum. Takvim yaprakları gözümün önüne geldi. Var mıydı o gün bir planımız, üstüne konuşulan bir şey? Aynı ses: “Aradığınız gün resmi tatil kadar temiz.” Zihnim acı, ağrı, üzüntü gibi olumsuz bir duygu sinyali aldığında mizah devreye girerdi. Başa çıkma yöntemi olarak mizah krizi erteler, ama katmer katmer biriktirip finalde mükemmel şekilde sunardı önüme. O final hiç mutlu bitmezdi. Kendimle konuşmayı bırakıp o içeri girmeden odaya koştum ve sakinliğimi korumaya çalışarak oturdum. Arkamdan geldi ve benim bir şey sormama fırsat vermeden: “Uzun zamandır uğramıyorsun eve diye yakınıyor. Çok yoğun olduğumu, yakın zamanda gelemeyeceğimi söyledim.” dedi. Gelemeyeceğini söylemiş. Ge-le-me-ye-ce-ği-ni. G-e-l-e-m-e-y-e-c-e-ğ-i-n-i. Zihnimin diğer yakasından gelen “Belki de yanlış anladın. Dudaklarını yanlış okudun, ‘annem’ dememiştir.” diyen kısık ses cevabını alarak sustu.
Gecenin kalanında kendimle baş başaydım. Karşılıklı içiyorduk içimdeki sesle. Arada bir atılan kahkahalara yüzümdeki maskeyle “Tabi ya, doğru.”, “Hakikaten öyleydi değil mi?” gibi idareci cümlelerle eşlik ediyordum. Onlar için film akıyordu. Benim içinse CD çizilmiş, tam da balkon sahnesinde film durmuştu. Sonrasıysa karıncalanmış ekran… Film yeniden oynamaya başladığındaysa dört yıl önceki yalan dolu dramdan kareler geliyordu aklıma. Bağırmalar, ağlamalar, nasıl yaparsınlar, özürler, çekip gitmeler, umarsızca geri gelmeler, barışmalar, öpüşmeler, sıfırdan başlama yalanları… Bir kare daha vardı. Aklımı zorluyordum. Unuttuğu her neyse bir türlü hatırlamıyordu. Zihnimin acıya dair tüm tozlu raflarını alt üst ettim. Terk edilmiş bir kütüphanenin talan edilmiş arşivi gibiydi. Sonunda buldum. Balkondaydım. Evin sokağıdır ya balkon. Benimse ciğerlerim… Çok severdim balkonda vakit geçirmeyi. Nefes alıp gökyüzüyle buluşmak için çıktığımda görmüştüm onları. Sevdiğim her şeyi, herkesi, her yeri bir bir nefrete dönüştürdüğü için daha da kızdım ona. Sokağın en ucunda… Gözlerim kondurulan o küçük öpücüğü göremeyecek kadar miyop değildi. Zihnimin diğer yakasına inanmamam o geceden mirastı. “Bu kadar cesur olamazlar herhalde, bu kadar burnunun dibinde yapamazlar.” dediğinde inanmıştım ona. Ne yazık ki haksız çıkmıştı. Anımsadım, mayıstı yine. Cenazelerde kendini tutamayıp gülen o insanlar gibi bu tatsız tesadüfe gülerken buldum kendimi. Tarihin tekerrüründen kasıt bu muydu? Mayıs daha ilk günden sıkıntıyla geliyordu.
Gece bitti. Yine yapalım bunu, konulu cümlelerle yolcu ettik herkesi. Salona döndüm. Elimde boş bardaklar, çerez tabakları… Onunla göz göze gelmemek için ortalığı toparlamaya verdim kendimi. Eşlik etti bana. Önce kendimi attım balkona. Sonra da kendimi atmak istedim balkondan. Saçmalık! “Daha kolayı var, bitir işte, niye uzatıyorsun?” O gelince yanıma sustu içimdeki. Gecenin ne kadar keyifli olduğuna dair bir şeyler söyledi. Dilimin ucuna gelenleri düğümledim, sustum. “Hadi yatalım.” dedi. Nefesindeki senkroniden anladım hemen uyuduğunu. Bense tüm bedenimle uyanıktım. Ne diyeceğimi, nasıl ayrılacağımı planlıyordum. Çift kale maç yapıyordu zihnim:
– Bu sefer yapacaksın. Kuyruğunu sıkıştırıp dönen küçük bir kedi yavrusu kadar masum görünmesin bu kez gözüne. Sen bu adamla doğmadın ya!
+ Ama bu adamla büyüdün. En güzel günlerin onunla geçti.
– Peki, en kötüleri?
+ Sekiz sene dile kolay. Yalnızca mutlu anılarla dolmayacak ya!
– Hiç gerek yok dört yıl önceki filmi yeniden izlemeye.
+ Aynı film değil. Oyuncuların aynı olması filmin aynı olduğunu kanıtlamaz!
– Eskisi gibi kandırmaya çalışma kendini. Bu adam, böyle bir adam! O heyecan arıyor sense huzur.
+ …
Kararlıydım! Beni yeniden aptal yerine koymasına izin vermeyecektim. Gerek yoktu yeni bir dram çekmeye. Çekip gitmek en doğrusuydu. Son bir kez bakmak için yüzüne, belime dolanmış kolunu ittirip döndüm.
Ama…
Öyle güzeldi ki kirpikleri…
Gaye’nin notu: yazı çizi atölyesi ürünlerinden.
Okuması çok keyifli, içine serptiğiniz mizah ise Van serpme kahvaltı gibiydi:) Çok beğendim. Kaleminize sağlık…
Teşekkür ederim 🙂 Mizah yorumunu mizahla yapmanız ayrıca hoş 🙂 Beğenildiyse ne mutlu bana…
” Ama…
Öyle güzeldi ki kirpikleri…”
Bu ‘minik’ öykünün işte bu son satırı ‘bitmeyen senfoni’ gibi!..
Öykü bitiyor;ama bıraktığı ‘o yoğun duygu’ ve ilişkinin biteceğine dair kuşku başlıyor okuyucuda.
Öyle sanıyorum ki öykünün kahramanında da etkin olan o duygu ‘bir sona ulaşmayı’ engelleyecek;kim bilir? :))
Severek okudum! Yüreğinize, kaleminize sağlık!
Merhaba Gül Hanım;
Ben de öyküyü bitirdiğimde “Şimdi ne olacak peki?” sorusunu sordum kendime. Ama “bitmeyen son”lar her zaman daha cazip gelmiştir 🙂 Siz de hissetmişsiniz bunu, ne mutlu bana. Öyküyü bitirdikten sonra ben tesadüfen bu şarkıyı dinlemiştim. Bana öykünün devamını şarkı yazmış gibi geldi. Bu linik:
https://www.youtube.com/watch?v=6ArVrASi8dQ
Teşekkür ediyorum yorumunuz için. 🙂