Clarmont / Özden Eylem Yıldız
Yazan Kategori atölyedenSvannah şehrinden 30 km güneye indiğinizde, tüm yollar Clarmont Tersanesi’ne ulaşırdı. Burası şehrin en büyük sanayi alanıydı. Her daim dövülen çeliğin sesini işitirdiniz. Vardiya usulüyle çalışan işçiler, Clarmont’a ait olmadıkları an birer ölüydü. Ne zaman ki Clarmont onları bağrına basar, içlerindeki canavar uyanır, kimisi çelik haddehanelerine, kimisi pruvalara, kimisi pupalara yönlenirdi. Demirin çığlığı içlerindeki bitmek tükenmek bilmeyen acıyı bastırırdı. Ürettikleri gemiler tanrılarıydı. Bugünlerde Agememnon adlı gemiyi yapmaktalar.
Bendeniz, Rhavane’de çalışan tüm işçiler gibi soluk benizli, uzun boylu, kahverengi gözlüyüm. Vücudumu Agememnon’un hizmetine sunduğumdan kas oranım bir hayli yüksek. Lakin şu anda çalıştığım pupada ıslak zemine basarak kaydım, onca yükseklikten aşağı düştüm. Ölümü merak eden her canlı gibi anladım ki tasvir edilenin ötesindeymiş! Ölüm, hayatımda yaşadığım en iyi boşalma anıydı evvela! Attığım çığlık, bedenimden göğün derinliklerine ulaşırken gözlerimdeki korku, dehşet son sözlerimin uçacağı endişesini taşıdı. Zamanı durdurdum. Şu anda olduğum yerde öylece yatıyorum. Kaburgalarımdaki kırıkları hissedebiliyorum. Kanımdaki demir kokusu, çelikteki demir kokusuna karıştı. Kekremsi tadı ağzımdan oluk oluk taşıyor!
O vakitler sekiz-dokuz yaşında, herkes gibi kabına sığmayan bir çocuktum. Dört kardeşin üç numaralı numunesiydim. Ev içinde silik, sessiz, sakindim. Günlerimi babamla birlikte Clarmont Tersanesi’nde geçiyordum. Çalışanların ayakaltı dedikleri işleri yapıyordum. O zamanlar en büyük tutkum “Emma Maersk” adlı gemiydi. 400 metre uzunluğu ile devasa görünüyordu. 50 metre genişliği, ona duyduğum hayranlığı artırıyordu. Her gün tonlarca dökülen çeliğin ışıltısı, metallerin şıngırtısı büyülü bir şarkı gibiydi. Gözlerimdeki merak duygusu dinecek gibi değildi. Eve dönmek istemiyordum. Burası evimdi. Eve dönme zamanı gelince istemeye istemeye babamın peşi sıra sürükleniyordum. Eve vardığımızda annemin her zamanki sözleri bizi karşılıyordu:
− Varoshta, her gün bu çocuğu götürmek zorunda mısın? Fark edilirse işinden olacaksın. Bu kıtlık zamanında nasıl ekmek bulmayı planlıyorsun? Susmasana be adam! Her zamanki gibi kaç sen! Bıktım, bıktım sana her gün laf anlatamamaktan…
Göz kırpardı babam, bu içeri geç ve sus, demekti. İçeri geçerdim muzipçe. Annemse vazgeçmezdi her gün aynı seremoniyi yinelemekten. İntikamını, her akşam yemek masasında önümüze koyduğu patates püresi ve sebze haşlamasıyla alırdı. Babamsa her gün aynı gülümseme ve nezaketle “Rasedat, inanılmaz lezzetli yapıyorsun bu yemekleri. Her gün sana olan hayranlığım yineliyor kendisini” derdi.
Annem altında yatan letafeti anlar mıydı bilmiyorum, ama gülümser, öne eğerdi başını. Uyku dönümü geldi mi, yataklarımıza çekilirdik. Saatlerce gözlerim tavanda, Emma Maersk’i düşlerdim. Onunla yaptığım yolculukları, gezdiğim ülkeleri hayal ederdim. Kimi zaman Antarktika’ya giderdim, kimi zamansa Nepal’e.
Günler aynı tekdüzelikle kovalarken birbirini, tersanedeki o gün tüm yaşantımız değişti. Babam çelik haddehanesinde kazana düşmüştü. Babamın en yakın arkadaşı Yousef koşarak beni bulmuş, elimden tutarak uçarcasına eve taşımıştı. Anneme, babamın öldüğünü söylediğinde kulaklarımdaki ateş bedenimi yakmıştı. Babamdan geriye en ufak bir zerre bile kalmamıştı.
Öylece kalakalmıştık, peşi sıra gidecek bir babam, her gün aynı cümleleri tekrar edecek annem, oyunlarına dâhil etmeye çalışacak kardeşlerim kalmamıştı. Hepimizin ruhuna sinen sessizlik anlaşması yalnızlaştırmıştı bizi. Artık burada kalamazdık. Svannah’ı, gemiler diyarı Clarmont’u terk ettik.
Sonraki çocukluğum hep Emma Maersk’in resimlerini biriktirmekle geçti. Sessizliğime yeni sessizlikler ekledim. Sustum yıllarca, babam hiç olmamış gibi davrandım. Annem, kardeşlerim ne kadar unutturmaya çalışsalar da o günde kaldım. Yıllar geçtikçe Svannah’a, Clarmont’a dönmem gerektiğini anladım. Duramaz olmuştum. Artık biliyordum, babamın yarım bıraktığı kaderi tamamlamam gerektiğini. Döndüm. Yaklaşık beş yıldır buradayım. Üç-dört gemi yapımında çalıştım. Bugün anladım ki babamın yarım bıraktığı hikâye bir lanetmiş aslında. O bana gemiye olan tutkusunu sundu. Bense yarım bıraktığı kaderin peşinden sürüklenerek aynı kaderi yaşadım.
Artık biliyorum aynı sonda umuda ulaşacağımı…
Gaye’nin notu: yazı çizi atölyesi ürünlerinden.