Diğer şarabı içseydin… | Semra Güney Eren
Yazan Kategori atölyedenÜnlü bir tur şirketi ile Kapadokya’ya gidecektik. Taşlardan örülü bu tarihi mekân oldum olası gizemli gelmiştir bana. Grupta sevmediğim kişiler olsa da bahara orada “merhaba” diyecek olmak içimi titretmeye yetmişti.
Hafta sonu olduğu için kendime rahat birkaç kıyafet aldım. Küçük not defterleri, renkli fularlar, iyi çekim yapabileceğim bir fotoğraf makinesi ve güzel iç çamaşırları… Evet, artık hazırdım. Kapadokya yolcusu kalmasın!
Otobüste yanıma otursa diye öyle bir yalvardım ki içimden, küçük bir ihtimaldi ama çok istedim işte, delirircesine. Dört saat az mı neler konuşulmaz, neler anlatılmazdı. Seninle bir dakika, diyordu şarkıda…
Otobüse bindik, yanıma değil, dedikoducu Elif’in yanına oturdu. Ben de Nihat’la oturmak zorunda kaldım. Bön Nihat… Haklısın Sude, dedi ne söylesem yol boyunca. Tahminimizden daha çabuk biten yolculuğumuz oda anahtarlarımızın dağıtılmasıyla son buldu. İkişerli dağılımda piyango bana vurmuştu. Bagajlarımızı alıp odalarımıza yerleştik. Belli etmemeye çalışıyordu ama aynı odaya düşmemizden o da memnundu. Ancak ikimizde de bir gariplik vardı ama ne?
Saçlarını açarken bana olağanüstü görünmüştü, o an yanına yaklaşıp onu sadece koklamak istemiştim. Bakışmalarımızdan o da etkilenmişe benziyordu ama karşılık veremiyordu, tutulmuş gibiydik. Kendisine yasak eti yiyemeyen kedinin etin kokusundan doymaya çalışması gibi bir şey… İlk hamleyi yapan tercihini itiraf eden olacaktı. Ben daha cesur çıktım, ama çok istekli bir sesle “Hayır!” diyerek itti beni. O kendini duşa attığında heykel gibi ortada kalakaldım.
Bir saat sonra rehberin dediği yerde, mahzenlere gitmek üzere buluştuk. Ambiyans öyle güzeldi ki reddedilişimi bile unutmuştum. Bir ara gözüm ona takıldı, şarapların birini içip birini bırakıyordu. Sonuncunun tadına bayılmış olmalıydı ki adeta kadehi yaladı. Tam o sırada kulağına eğilip diğer şarabı içseydin bunun dibini yalamazdın, derken buldum kendimi.