Elbise aşkına | Fazilet Sitare
Yazan Kategori atölyedenGenç kadın asansörden inince şaşırmış, geri dönüp tekrar dördüncü katın düğmesine basmıştı ama asansör hareket etmedi. Çıktı, üst üste yığılmış kolilerden kapı numarasını görmeye çalıştı. On altı, bu onun kapısıydı. Şaşkınlıkla kolilere baktı, herhalde yanlışlık olmalı diye düşündü ve kolileri kenara çekerek kapısını açmayı başardı. Çantasını ve market poşetlerini bıraktıktan sonra dışarı tekrar çıktı ama bunların niçin burada olduğuna dair hiçbir işaret yoktu. Tek tek içeri sürükledi ağır kolileri ve biraz nefeslendikten sonra mutfaktan getirdiği meyve bıçağıyla birinin üstündeki bandı yırtarak açtı.
İçinde uçuk pembe, fırfırlı elbiseden bir seri vardı, 36’dan 48’e kadar. Diğer kolide yine seri halinde çizgili, sonrakinde puantiyeli, bir başkasında çiçekli. Çeşit çeşit elbise, etek ve bluzlar… Şaşkınlıktan gözleri yuvalarından fırlayan kadın koridora oturup hayranlıkla baktı kıyafetlere. Mutlaka sözlüsü göndermiş olmalıydı bunları. Evet, evet geçen günkü kavgadan sonra bunlar barışma hediyesiydi. Sekiz aydır kaç beden giydiğime bile dikkat etmemiş ama olsun, kıymış paraya seri almış hepsinden, diye düşündü. Yine de insan bir not bırakmaz mıydı? Bu düşüncelerle açlığını bile unutup denemeye koyuldu elbiseleri. 38 beden giymesine rağmen 36’yı deniyor, bazılarının dikişleri patlıyor, 48’i giyip ayna karşısında kahkahalar atıyordu. Üşenmeden bütün modelleri denedi.
Saatler geçmiş, aç olduğu aklına gelmişti. Uçuk pembe, fırfırlı elbiseyle sekerek market poşetindeki cipsi aldı, koltuğa oturup yırtar gibi açtı paketi. Eteklerine dökülenlerden yemeye başladı, nasıl olsa bir beden büyüktü bu elbise. Kolaya uzanıp metal kapağı çekerken fırlayan köpükler açık olan koliye dökülerek beyaz eteklerin hepsine değmiş, kapağı sıkışan ketçap da çiçekli bluzlara fırlamıştı. Kırmızı ipek elbiseyi denediğinde ise eli soda şişesine çarpmış ve kolu ıslanmıştı.
Sakarlığı üstündeydi bugün ama keyfini hiçbir şey bozamazdı çünkü çok elbisesi olmuştu. Kolilerden önce de gereğinden çok kıyafeti vardı ama bir kadının hiçbir zaman yeterli giysisi yoktur aslında. Sabahları ayna karşısına geçip “Bugün ne giysem?” diye düşünenlerdendi o da. Son giydiği mavi tafta elbiseyle sızıp kaldı koltuğa. Sabah kapı ziliyle açtı gözünü. Gelen uzak bir akrabaydı:
“Kızım ne olur kusuruma bakma, bu saatte uyandırdım seni. Ortağım kasayı boşaltıp kayıplara karışınca alacaklılar kapıyı aşındırmaya başladı. Sıfırı tükettik, sıra hacze gelince uzak, yakın akrabaların tanıdıkların kapılarına bıraktık dün kolileri. O şerefsizi bulmak için savcılık telefonları dinliyor, bu yüzden arayamadım. Kolileri içeri almışsın galiba, sana güvenebileceğimi biliyordum. Bir iki haftaya aldırırım malları hadi Allah’a emanet ol” dedi ve gitti.
Tek kelime edemeden kapıda kalakalmıştı. Omuzları çökmüş bir halde, ayaklarını sürüyerek odaya döndü, gözyaşlarını koluna silerek zarar görmeyen giysileri katlayıp yerlerine yerleştirdi. Bu, uzun sürmedi çünkü çok azı lekesizdi ve yırtılmamıştı. Koltuğa çökerek kaç aylık avans çekse ödeyebileceğini hesaplamaya koyuldu.
Not: Fazilet Sitare’nin diğer öyküleri için tıklayın.
Güzel bir yazi.Yazilarinizda mekan ve zaman tasvirine de biraz daha fazla yer verirseniz güzel olur.