İsimsiz… / Özden Eylem Yıldız
Yazan Kategori atölyeden− Muzaffer, dikkatli sür. Kaç yıl oldu hâlâ kullanmayı öğrenemedin şu mereti.
− 48 yaşındayım. Kaç yıl olduğunu bilmiyorum, kendimi bildim bileli otobüs şoförlüğü yapıyor gibiyim. Yahu ne dıt dıt ediyorsun, kimsin sen?
− Ben senim Muzaffer. Olmak istediğin halinim.
− Ben mi, ben ne olmak istiyorum peki?
− Sen, sen hiç olmak istiyorsun.
− Kafamın içindeyiz değil mi?
− Evet, öyle diyebiliriz, ama kafanda değilim yalnızca. Şimdi tam burada, gördüğün yerdeyim.
− Çekil önümden, sana çarpmak istemiyorum.
− Işıklarda durmalısın Muzaffer. Işıklarda dur! Kırmızı ışık dur, sarı ışık hazırlan, yeşil ışık geç.
− Renkleri seçemiyorum. Hangi renk kırmızı?
− Unuttun mu Muzaffer, geçmişten kaçamazsın?
− Hatırlatma, sildim tüm hatıralarımı. Yepyeni bir yol çizdim kendime. Artık otobüs şoförüyüm. Küçük bir hayatım var. Yalnızca kurallarım ve ben!
− Kurallar, kuralların nedir Muzaffer, geç kalan insanlara müsamaha göstermemek mi?
− Anlamalılar, dışındaysan çizilen çizginin, içine giremezsin.
− Kaplumbağaları hapsettin Muzaffer, ters çevirdin. Çizginin içine çekip patlatarak öldürdün onları. Yağmur yağıyordu o gün de tıpkı bugünkü gibi. Tanrı olmaya çalışıyordun. Tüm çocuklar etrafındaydı. Birisine buyurdun, getirin, dedin kaplumbağaları. Emrine amade kulların dizildi bir bir önüne. Savaşçılarındı. Sorgulamadılar. Bir, iki derken üç… Kaplumbağaları çizdiğin çemberin içine yerleştirdiler. Ters çevirdin önce. Sonra her birinin üstüne dinamit bağladın. Uzattığın kablolar. Kaçıştınız. Uzaklaştınız. Yanan kibritler sırasıyla patlattı. Bom… Bom… Bom!
− Sus artık.
− Sonra Muzaffer, oradan kaçamayan Elif… Boom.
− Sus, sus diyorum. Çocuktuk. Oyun oynuyorduk.
− O zaman çocuktun, ya sonra. Askerdeydin. Dağlarda. Bir mağarada kıstırdınız. Yalvardılar. Teslim oluyoruz, ateş etmeyin dediler. Ama üç kez ateş ettin! Bom bom bom…
− Öldürmeseydim onlar öldürecekti.
− Ah Muzaffer. Hep kendini inandırdın. Yapmasaydım, etmeseydim dedin her defasında. Ama bu kez beni dinleyeceksin. Hatalarınla yüzleşeceksin. Saflaşarak hiçleşebilirsin ancak. İkimiz bu yolculuğa çıktığımızda hiçleşeceksin!
− Peki, nasıl bir yolculuğa çıkacağız?
− Asırlar öncesine otobüs yolcuğu yapacağız. Hazır mısın?
− Korkuyorum. Sen bensen içimdeki ben ile yüzleşmeye korkuyorum. İyi birisiyim aslında. Sadece bana saygı duysunlar istiyorum. Tanrı mı olmak istiyorum bilmem, bildiğim, küçük bir evde yapayalnız bir şekilde öleceğim. O yüzden bu telaşım, korkum. Yüzleşme isteğim. Haksız mıyım, zamanında gelmeyen insanların ceremesini zamanında gelenler neden ödemek zorunda. Anların ne kadar önemli olduğunu sen de bilirsin.
− Zaman mı? Zaman nedir ki Muzaffer? Zaman algısal bir yanılsama değil mi? Hep öyle demez miydin, okulda iken uyumazdın zaman yetmiyor diye. Okurdun sürekli. Sonra bir gün zamanın algısal hata olduğunu söyledin. Paralel evrenlerde yaşadığımız birçok hayat olduğunu söyledin. Ben senin paralel evreninde yaşayan sen olamaz mıyım?
− Bu çok saçma. Geçmişte söylediğim cümlelerden ya da yaptıklarımdan sorumlu tutamazsın beni. Bunları söylerken kafam karışıktı. İnançlarımın ne olduğunun farkında değildim.
− Şimdi farkında mısın Muzaffer? Her gün işittiğin tonlarca küfürden başka neyin var ki!
− Küfür etseler de bir gün haklı olduğumu anlayacaklar!
− Peki, Muzaffer. Şimdi otobüsünü sola çevir, sahil kenarına doğru gideceğiz. Sürmekten vazgeçme sakın. Yaşamın kıyısına ulaştığımızda saflaşacaksın… Sür Muzaffer, yalnızca sür… Sür…
Gaye’nin notu: Bu öykü, Etgar Keret’in, aynı adlı kitabında yer alan “Tanrı Olmak İsteyen Otobüs Şoförü” adlı öyküsünden esinlenilerek yazıldı.
Benim bu hikayenin yazarına ulaşmam lazım