Kaçış | Begüm Özbakır
Yazan Kategori atölyeden1, 2, 3…17, 18, 19…
11 yaşındayım. Bir hat üzerinde ilerliyor aracımız. Kavga eden annemi ve babamı duymamak adına dikkatimi şeritlere veriyorum. Uykuya dalmadan önce odaklandığım koyunlar gibi sayıyorum: 1, 2, 3… Bir süre sonra sesleri duyulmaz oluyor.
Şimdi 40 yaşındayım, otobüsteyim. 20, 21, 22, 23… Alışkanlık yapmış olsa gerek. Otobüs sıcak, içerisi uyku kokuyor. Saat gece 01.35; daha gidecek çok mesafe olduğunu hatırlatıyor. Tepemdeki lambanın aydınlattığı sayfalara geri dönüyorum. Saydığım şeritleri bir süreliğine unutuyorum. Sonrasında kitabım bana sarılmış, uyuya kalıyoruz.
Rüyamda annemle ve babamlayım. Mersin’e halamların yanına gidiyoruz yine. Kapılarına vardığımızda kuzenim, babama “Ankara’dan ‘dayım’ gelmiş evde bir bayram havası…” diyerek uyarladığı Gün Doğarken şarkısını söylüyor. Herkesin keyfi yerinde. Tüm kış birbirinden uzak kalmış aileler, yazın acısını çıkarmak için bir aradayız. Gecenin bir vakti vardığımız için merdivenleri çıkmakta zorlanıyorum. Bir basamağı benim boyuma bedel sanki. Arkadan babam ittiriveriyor. “Hadi yahu! Anasının kızı bu da nazlı! Sabah denize gideceğiz, seni bırakırım valla evde!” Şuna bak, rüyamızda bile tehdit! Korkumdan ikişer üçer çıkmaya başlıyorum basamakları. “Anası gibi nazlı…” Ne ayıp be baba!
İtişe kakışa giriyoruz eve. Mersin’in sıcağı yüzüme vuruyor. Şimdi böyleyse sabah yandık diyorum içimden. Ama söylenmemeliyim. Babam kızar, anama da bana da laf gelir. Rüya atlayıveriyor o günün sabahına. Denizdeyiz şimdi. “Üşürüm, giremem; babam yine nazlı der, herkes girsin, ben bekleyeyim” diyorum içimden. Haldır huldur gidiyorlar önden. Deniz sanki mor bir iksir gibi, fokur fokur kaynıyor. Onu öyle gördükçe “Yok, yapamayacağım, giremeyeceğim, babamdan azarı yiyeceğim” diyorum. Herkes son derece keyifli. Bir ben huzursuzum. Halam anlıyor. Uzaktan bana sesleniyor “Kırk yıllık deniz. Sen mi değiştireceksin?” Niye denizi değiştirmek isteyim ki? “Gel sen de kayna içinde” diyor. Annem, “Ben yandım, sen yanma” diyor. Kuzenim, “…evde bir bayram havası, annem babam beni çok severmiş” sözleriyle şarkıya devam ederken bir anda babam beliriveriyor tepemde. “Şımarık!” Attığı tokatla deniz simsiyah oluyor. Ben dizlerimin üstüne çökmüş ağlarken simsiyah su hepsini alıp götürüyor. En çok anama üzülüyorum, en çok anama yanıyorum.
Bilmem kaçıncı kez gördüğüm bu rüyadan uyanıyorum bir tümseğin beni sarsışıyla. Kitap kolumdan düştü düşecekken tutuveriyorum. Aklımı uzaklaştırmam lazım bundan. 1, 2, 3, 4, … Yok, bu sefer işe yaramıyor saymak. Kaçış yok. Rüyaya değil, gerçeklere dalıyorum. O gün ne olmuştu hatırlamaya çalışıyorum.
Yaşım küçüktü ama sahneler parsel parsel aklımda beliriveriyor. Halam Nihal’in cenazesinden dönüyoruz. Annem ve babamın kavga sesleri kulaklarımı tırmalıyor. Babam söyleniyor. “Ben ne bileyim Nihal’in çocuğu Eşref’ten mi? Kime nasıl hesap verecektik? Öldü gitti işte.”
“Yahu Kemal aklına mukayyet ol. Arkada uyuyor çocuk.”
“Bana ne uyuyorsa uyanıksa! Öğrensin o da halasının ne olduğunu! Ben olmasam piç bir kuzeni olacaktı.”
“Ne demek bu Kemal? Sen mi yaptın bunu Nihal’e? Kemal gözünü seveyim, Nihal gencecik kızdı. Tek suçu sevmekti. Neler diyorsun Allah aşkına?”
“Seni de geberteceğim. Bana hala onu savunuyorsun. Yettiniz, sizin arpanız fazla geldi.”
“Ne diyorsun sen Kemal? Çocuk var arkada. Kendine gel.”
“Onu da gebertirim seni de!”
Zar zor anımsayabildiğim bu ufak diyaloğun ardından babam, seyir halindeki aracın içinde annemi vurmaya kalkıyor. Annem yaşanan arbede sırasında beni korumak için babamı vuruyor göğüs altından. Saydığım şeritler kayboluyor, kenara düşüveriyoruz. Sarsıntıyla annem başını vuruyor. Ben gözümü açmadan saymaya devam ediyorum 50, 51, 52, 53… Bir süre sonra sesleri duyulmaz oluyor.
Not: yazı çizi atölyesi öykülerinden.