Kayıp harita | Yahya Salim
Yazan Kategori atölyedenIsrarla beni çağırmakta olan davete gidiyorum nihayet – yıllarca geciktirdiğim, hep bahaneler bulup geri çevirdiğim, kaçındığım icabet etmekten.
Kapıyı bana o açıyor. Yerindeymiş tedirginliğim; her çağrı tesadüfleri davet eder. Sorsalar kimden kaçıyorsun, kiminle karşılaşmaktan, onun bütün isimleri gelirdi aklıma elbet. Bunu bilmiyordum kapıyı çalarken.
Yaşlanmış, dağlar kadar ihtiyarlamış şimdi. Hep özlediğim, aradığım her yerde, her yüzde, sözlerde ve inceliğinde jestlerin, ilk bakışta göze çarpmayan mimiklerin…
Karşılıklı oturuyoruz, yakın yüzlerimiz. Uzun, ince, kır saçlarını dalgalandırıyor nefesim. Yılların ağırlığıyla göçmüş gözlerinde şafaklar çakıyor, çarparak çağlıyor bakışları.
Sorgulamıyor sanki, aldırış etmiyor, ayıplamaksızın merakla bakıyor. İlk söz kimden çıkacak, bilmiyorum. Buluşma arzusu fikir yürütme kabiliyetimi tökezletmiş olmalı diye düşünüyorum. Hiç hazır değilmişim meğer… Biteviye ertelenen buluşmalara ne zaman hazır olur insan?
Bu âna halel getirmemek için sustuğum. Anlıyor mu? Bu sebepten mi suskunluğu?
Unuttuğum doğru değil. Nice yâd ettim mutlu anlarımda ve kederli olanlarında, ansızın kafamda doğuveren bir fikri paylaşmak istediğim zamanlarda. Arayacağım yarın kesin, evet ilk iş, dedim kendime başımı koyarken yastığa.
İsmi neydi? Dilimin ucunda…
Elleri masanın üzerinde, parmakları hafifçe geçmiş içiçe. Bu kalın, nadide taşlı yüzüğü tanıyorum. Annesinden mi kalmıştı ona? Belki başka bir geçmişten.
Aklıma geliyor birden – borç defteri! Çantamda taşımış olmalıyım. Bakınıyorum etrafa. Çanta nerede? Kucağında saklıyor olmalı. Sadece ona ait değil halbuki, bütün borçlarımı kaydettim bir muhasebecinin özeniyle.
En son, peronda, elinde mendil sallarken hatırlıyorum. Kompartmanımın penceresi sıkışmış, erken kayboluyor çehresi, bakışları, mendili görüş alanımdan. Raylar, paralel trenler, istasyonlar, menziller kaybolurken ona yazacağım mektupları hayal eden bendim. O son bakışı yazacaktım ilkinde – kendime sakladığımı, yalnızlığımda çıkarıp baktığımı, içime ferah ferah esiverdiğini…
Her an üst cebimde taşıdım dostluğunu, içimde filizlenen, çiçekler açan sözlerini, paylaştığımız gülüşleri, aynı anda bağırdığımız kelimeleri…
İlk mektubunu aldığımda ne kadar heyecanlandıydım. Vereceğim cevabı ince ince, kelime kelime düşlemekten kaçtı uykularım. Yarın mutlaka, mutlaka gelecek hafta…
Haritadan söz etmeli miyim? Biliyor olmalı: insanın haritaya ihtiyacı vardır, sonra pusulaya. Dostlukların, sohbetlerin, eski bir şarkıyı birlikte dinlerken aynı anda içimizde doğan – adlandırmaya gerek duyulmayan – hissin, anların haritası.
Sırtımızı birlikte yasladığımız, kollarımız birbirine değerken tek sigarayı paylaştığımız o duvarın haritası ve saçlarımız birbirine dolanırken yıldızlara baktığımız, şişenin dibinden kutup yıldızını, Akrep ve Yayı aradığımız, aya işaret gönderdiğimiz ve bulutlara isim verdiğimiz şu kumsalın hikayesi. Kumsal zambaklarını keşfetmemizin ve yengeçlerin ayakizlerinin haritası. Haritada yüreğimdeki filizlenmelerin, hârelenmelerin menzilleri. Nerede şimdi?
İnsan haritasız nasıl bulur yolunu dar patikalarda, dere yataklarında, birbirimize ezberden okuduğumuz dizelerde.
Haritayı bana o hediye etmişti, göz kapaklarını öpmüştüm mahçup – pusulanın icadından daha önemli o an – çünkü ona hediye almayı unutmuştum. Hep unuturdum.
Giderek genişleyen, metot defterlerine sığmayan harita – çünkü hiçbir his nihaî değildir, keder ve dehşet de, tedirginlik de, hele neş’e.
Ona varmanın, onu aramanın tek yoluydu harita – Ardımda mı bıraktım? Hangi kapılara uğradım yol üstünde, hangi dağ geçitlerinden yürüdüm? Şapkamı astığım askıda mı asılı kaldı yoksa?
Şimdi hatırlıyorum: onda bıraktım, yola devam edebilmek için bıraktım. O yüzden susması.
Not: yazı çizi atölyesi öykülerinden. Yahya Salim’in diğer öyküleri için tıklayın.
Kaleminize sağlık.