Kedi konseyi | Seda Sevgi
Yazan Kategori atölyeden“Hey susun, susun bakayım. Sessizlik lütfen. Hey kime diyorum ahali, kesin su kahrolası mırlamaları!” dedi ve olanca gücüyle tokmağı masaya vurdu yüce reis. Hepimiz onun bu öfkesinden korkup, patilerimizi sıkıştırarak olduğumuz yerde sindik. Şakaya gelmezdi yüce reisin öfkesi. Eski, yaman bir sokak kedisiydi ve tek başına koca bir kurt köpeğini alt ettiği herkesçe bilinirdi. Şehir efsanesi mi yoksa gerçek miydi, bunu test etmeye kimse cüret etmemişti bugüne kadar. Herkesin derdinin başından aşkın olduğu şu günlerde pek kimsenin onunla arasını bozmak istemeyeceği de aşikârdı. Gözleri keskin, kulakları her daim dik, sezgileri hep çok kuvvetliydi.
“Evet, bugünkü oturumu açıyorum. Bugün konumuz çok, bir an önce yola koyulmamız lazım” diye haykırdı olanca gücüyle. Saygıyla sustuğumuzu görünce o da sakinledi, tok sesiyle biraz daha alçak perdeden konuşmasına devam etti. “Öncelikle bir test yapalım, herkes beni iyice görüp duyabiliyor mu?” “Evet” diye miyavlamalar duyuldu ekranın her yerinden. “İyi. Sizinle her zamanki yerimizde buluşmayı isterdim ama malum bu sokağa çıkma yasağı hepimizi çaresiz bıraktı!” “Miyav, miyav” diye patisiyle ekrana vurarak onayladı herkes. “Tamam, o zaman” dedi büyük reis. “Sırayla başlayalım herkesi dinlemeye… Mimi, hadi bakalım önce sen anlat. Sonra Kavun’la devam edeceğiz.”
Siyah alacalı tüyleri, yemyeşil gözleriyle oldukça dikkat çekici ve bana sorarsanız güzel bir sokak kedisiydi Mimi. Sahibi ailenin annesi ona çok iyi bakmıştı. Zayıf, çelimsiz bir kediden son derece atletik, pırıl pırıl tüyleri ve yeşil gözleriyle etrafa gururla bakan bir kedi yaratmıştı. “Bizde her şey yolunda gibiydi başta aslında” diye başladı genç ve tiz sesiyle. “Ama işte çocukları biliyorsunuz. Yerlerinde duramıyorlar. Sürekli sıkılınca bana bulaşıyorlar. Aylin engelliyor ama nereye kadar. Çok yorulmaya başladım…” diye içini çekti.
“Az daha dayan, bu iş yakında bitecek diyorlar” diye araya girdi Şero. Bizim konseyin en bilmiş kedisiydi, sahibi sürekli onunla birlikte haberleri dinler, dinlediklerini de telefonda arkadaşlarıyla paylaşırdı. Şero da yanında miskin miskin otururken kulağının arkasına öğrendiklerini not eder, sonra konseyde şişine şişine anlatırdı. İşe de yarardı hani bazı bilgiler.
“Dayanacağım da Aylin’in uyuz kocası ayrıca beni sinir ediyor. Beni ne zaman görse surat beş karış. Sanki kendisi çok işe yarıyormuş gibi ne gerek var ki kediye evde, diye laf ediyor her seferinde.”
“Bu sıkıntılar hep vardı, farklı bir sorun yok demek ki bu musibet yüzünden sizde” diyor yüce reis. “Hem dua et, Aylin seni çok seviyor.” Üzüntüyle boynunu büküyor Mimi. “Hadi bakalım Kavun, sen ne anlatacaksın bize?”
Sarılı beyazlı 9 aylık bir sarman Kavun. Sahibi 40 yaşlarında, boşanmış ve yetenekli bir sanatçı. Araları fena değil diye biliyorum aslında. “Miyav ne anlatayım, bizimki sıkıntıdan sürekli benimle oynuyor. Sonra da komik resimlerimi çekip sosyal medyaya koyuyor. Benim üstümden de az kız tavlamadı hani, miyav.”
“E, sorun ne?”
“Çok alınıyorum Bekri Baba” diyor üzgün bir ifadeyle. “Maymun etti beni tüm aleme!” Bekri Baba reis olmadan önceki adı. Pek kimse kullanmazdı ama Kavun’un baba şefkatine ihtiyacı var sanırım. Gecikmeden cevap geliyor. “Üzülme Kavun. Sahibin yakında birini bulur, o zaman sana bulaşmayı bırakır. Sen de biraz görünme ortalıkta, koltuk altlarına filan saklan. O da başka şeylerle ilgilenir. Evet, var mı başka derdi, sorusu olan arkadaşlar?”
Bir an duralıyorum, acaba konuşup içimi döksem mi? Beni dinlerler mi ki? Konseyin çoğu sokak kedilerinden oluşuyor. Hepsi kendine göre zor şartlardan hayatı görerek gelmişler. Beni sevdiklerini biliyorum ama bir cins kedi olarak söyleyeceklerimi küçümsemelerinden korkuyorum her seferinde. Ben bir İngiliz kısa tüylü (British shorthair) kediyim. Tüylerim füme-gri, gözlerim yeşil, bedenimse toparlak ve uzunca. Biraz Garfield’ı andırdığımı da söyleyen var ama bence onlar sahibime yaranmak için böyle konuşan kimseler.
Cesaretimi toplayıp patimle ekrana vuruyorum. “İngiliz, ne oldu? Anlat bakalım…” diye bana dönüyor reis. Patimin üstüne kalkıp başımla kalabalığı selamlıyorum. Bir uğultu geliyor, arkalardan bir ses “Yine yaptı numarasını” diyor sanki ama hiç oralı olmuyorum.
“Reis, bu insan ırkı bizden çok fazla şey bekliyor zannımca. Bizim doğamız belli. Mama ye, oyun oyna, günde 12-13 saat uyu ve sonra yine aynı rutin. Bu insanlar karantinaya girdi gireli bize türlü yeni görevler, anlamlar yüklemeye başladı. Biz köpek değiliz ki, kediyiz!”
“Hay yaşa!” diyen sesler duyuyorum sanki. Ondan aldığım cesaretle devam ediyorum: “Bunların beklentilerini düzeltecek bir şeyler yapmamız şart. Sıkıntıdan bize sardılar resmen… Ama kolektif hareket etmeliyiz. Herkes benzer şeyler yapmalı ki sonra kendi aralarında konuştuklarında benim kedim şöyle yapıyor, diyecek hiçbir sahip olmasın. Zor durumda kalırız o zaman”.
“Haklı, haklı” diye sesler yükseliyor ekranlardan. Reis şöyle bir süzüyor beni önce, sonra gülerek “Yine yaptın İngiliz kurnazlığını. İtirazı olan yoksa herkesin sorununu toptan çözer senin önerin. Bundan sonra herkes, ikinci bir emre kadar tam bir kedi olacak, kimse gereğinden fazla şirinlik ya da komiklik yapmayacak. En az 12 saat uyunacak. Tamam, anladık. Sahiplerimizi seviyoruz ama onların da bir silkinmesi lazım canım!”
Kalabalık coşkuyla patilerini vuruyor, “miyav, miyav” sesleri yankılanıyor.
Bekri Baba, “Bugünkü oturumu bitiriyorum. 15 gün sonra tekrar toplanmak üzere. Hadi sağlıcakla kalın” derken ben de görevimi yapmanın iç huzuruyla salondaki sepetime dönüyorum.
Not: yazı çizi atölyesi öykülerinden.