Kontrol / Mine Egbatan
Yazan Kategori atölyedenGece hiç uyuyamamıştı. Olsun. Yorgun hissetmiyordu. Kıpır kıpırdı içi. Büyük bir heyecanla yataktan fırladı, hazırlanmaya koyuldu. Gece saçlarını taradı, yeni yıkadığı sarı çiçekli elbisesini giydi. Mis gibi kokuyordu. Kırmızı rujunu da sürdükten sonra evden çıktı. Her gün geçtiği sokaklar gözüne daha güzel, daha canlı görünüyordu. Kendi bedeninden taşan çiçekler evlerin pencerelerini, balkonlarını, yol kenarlarını sarıyordu. Dokunduğu her şey güzelleşecekti sanki. Ahmet’in en sevdiği şarkıyı söylüyordu. “Yine mi güzeliz, yine mi çiçeeeeek”*. Sözler dudaklarından döküle döküle etrafa saçılıyor, limana kadar ona yoldaş oluyordu. Mutluydu. Limana geldiğinde gemi daha ortalarda görünmüyordu. Aylardır beklemişti. Biraz daha bekleyebilirdi. Gölgelik bir yere oturdu. Çantasından aynasını çıkarıp rujunu tazeledi, saçını düzeltti. Ahmet’in geçen seferden dönerken getirdiği çakmak ilişti eline. Gülümsedi. Sigarasını yaktı.
Artık sabırsızlanmaya başlamıştı ki gemi limana yanaştı. Hızlıca yerinden kalkıp gemiye doğru yürüdü. Saçlarından, kırmızı rujundan, yüreğinden ve bedeninden çıkan halatlarla gemiyi limana sıkı sıkıya bağlamak ister gibiydi. Gözleriyle Ahmet’i arıyor, bir an önce kavuşsunlar istiyordu. Kavuşsunlar ki sevişmek bir kere daha yürürlüğe girsindi**. Vücutlarından çıkan sular, tüm dünyadaki çorak toprakları sulasın; tekrar denizlere karışsın; sonra tekrar onlara dönsündü.
Ahmet geminin merdivenlerinden iniyordu. Her bir basamak onlarca yılmış gibi geliyordu şimdi, elbisesinin eteklerini düzeltirken. Ahmet papatyalarını sevgilisinin gece saçlarına takıyordu. Güneşler açıyordu gece saçlarda. Ahmet gülümsüyordu. Leyla gülümsüyordu. Kırmızı begonyaların pencereleri süslediği evlerine el ele yürüyorlardı. Geminin düdüğü onlara selam çakıyordu.
Geminin düdüğü ile irkildi Belgin. Şaşırdı. Telaşla etrafına bakındı. Hastanenin önünde denize bakan bir bankta tek başına oturuyordu. Önünden sarmaş dolaş geçen adamla kadına baktı. Kadının kırmızı rujundan bir beste taşıyordu. Bir kızıl goncaya benzer dudağın… Ne çok severdi bu şarkıyı. Keyfi yerinde olsa bir sigara tellendirirken söylerdi. Şimdiyse içinden gelmiyordu. Herkes bu kadar mutluyken reva mıydı bu? Doktorun söyledikleri kulaklarında uğulduyordu. Gözlerinden saçılan sicimler denize akmaya başladı. Hasta çıkmıştı işte. “Kim bilir hangi pezevenkten bulaştı?” Korunmasız ilişkiye girmezdi oysa. “Nasıl olur bu? Allah belasını versin topunun. Ne yapacağım şimdi?” Korkuyordu. Hayatta kalmak için ihtiyacı olan tek belgesini de elinden almıştı doktor civanım. Vesikasını yitirmiş olsa ne olurdu gerçi? Ölüm bir kağnı hızında gelecekti nasıl olsa. Doktorun kayıtsız sesi “HIV pozitif” diyordu. Acımıyordu hiç kadına. “Bir orospu daha dünyadan yok olacak ya, neden acısın? İkiyüzlü pezevenkler.” Yaşamındaki tek pozitif şeyin HIV olması ne şaşırtıcıydı! Sinirden gülüyordu. Şimdi kalkıp geneleve gitse kapıdan giremeyecekti. O yılışık polis, vesikası olmadığını öğrenince kapıdan sokmazdı onu. Ne yapacaktı şimdi? Deniz… Bedenini saran sicimler onu denize sürüklüyordu. Bedenini özgürlüğe sardı. Geminin düdüğü ona selam çakıyordu.
* Sezen Aksu’nun “Yine mi Çiçek” adlı şarkısından.
** Cemal Süreya, Üvercinka, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2008.
Gaye’nin notu: yazı çizi atölyesi ürünlerinden.