Tem 01

Minerva / Mansur

Yazan Editör Kategori atölyeden

Ayakkabılarımı çıkardım. Kapının üzerinden anahtarları sessizce çıkarıp içeri girdim ve kapıyı kilitledim. Günlerdir takip ettiğim proje beni yormuştu. Karnım çok açtı, bir şeyler atıştırdım. Salondaki koltuğuma oturdum, son iki günün raporlamasını yapmak üzere elime kalemimi ve kâğıdımı aldım. Yaptığım uzun otobüs yolculuğu boyunca uyumuştum.

Mola yerinde uyandığımda sarhoş gibiydim. Tuvalete girdiğimde insanların konuşmalarını hayal meyal hatırlıyordum. Yine bir cinayet işlenmişti. Trafik kazaları, zamlar. Kendime kızdım. İki gündür dış dünya ile ilişkim tamamen kopmuştu.

Akşam, soluğu her zamanki gibi ayakkabı tamircim Numan Usta’nın dükkânında aldım. Her şantiye sonrası toz toprak içinde kalan ayakkabılarımı boyatmak için buraya gelir ve sohbet ederdim. Bu bir ritüel olmuştu benim için. Onu çalışırken izlemeyi çok severdim. Aletleri ustaca kullanışı, fırçayı bir sağa bir sola ayakkabıyı okşar gibi savuruşu, özenle boyaması, beni dinlendirirdi adeta. Raflarda sırasını bekleyen ayakkabıların duruşlarından, ne kadar eskidiğinden, renginden, şeklinden sahiplerinin nasıl insanlar olduğunu tahmin etmeye çalışırdım. Bazen Numan Usta’ya sorar, tahminlerimin doğru olup olmadığını sınardım. Tamir edilmeyi bekleyen bir ayakkabı dikkatimi çekmişti. Eski, derisinin bazı yerleri rengini kaybetmiş, bozarmıştı. Lastik topuk ve tabanları yürümekten ve sürtünmekten erimişti. Tarak kısımları, yaşlı bir alın gibi kırışmıştı. Acaba kimindi? Sahibi nasıl biriydi? Numan Usta, mahallenin en eski esnafı ve sevilen biriydi. Dolu dolu bir adamdı. Tamir yapmaktan arta kalan zamanlarında, onu ya gazete ya da kitap okurken görürdüm. Herkes onu çok sever, güvenir, şehrin öbür ucundan ayakkabılarını tamir ettirmek için gelirdi. İşini o kadar güzel yapardı ki ayakkabınızı almaya gittiğinizde bir ayakkabı parası kadar ücret istemesini beklerdiniz. O ise çok komik bir ücret ister, sizi şok ederdi.

“Ne o evlat ayakkabı hoşuna gitti herhalde.” dedi. “En az on yıllık.” diye ilave etti öksürerek. Dükkânda ağır bir boya ve yapıştırıcı kokusu vardı ve soluk almak zordu ama alıştıkça kolaylaşıyordu. “Yoo! Sadece merak ettim. Zaten hep merak etmişimdir buraya geldiğimde hangi ayakkabı kimin, nasıl birisi giyiyordur diye. Sen de bilirsin ustam, bu hoşuma gidiyor.” dedim.

“Valla evlat ayakkabının sahibini bilmiyorum. Ama onu buraya getiren hanımefendi, çok iyi kalpli birine benziyordu. Kısa boylu, siyah saçlıydı, üzerinde beyaz bir gömlek ve kahverengi bir yelek vardı. Yorgun ve bitkin görünüyordu. Kadife gibi bir sesi vardı. Gözlerinden hüzün fışkırıyordu. Ama gülümsemesi ile her şey değişiyordu. Nasıl anlatayım bilmem, ama bana anamı hatırlattı. Onun da kadife gibi bir sesi, gülünce baharı getiren bir ifadesi vardı. Zoraki konuşuyordu. ‘Bu ayakkabı eşimindi.’ dedi. ‘Dün kaybettik onu. Eşyalarını ihtiyacı olanlara veriyorum. O da eminim böyle isterdi. Ceketlerini, gömleklerini, pantolonlarını gerçekten ihtiyacı olanlara dağıtıyoruz. O da böyle isterdi.’ Konuşurken sesi titriyor, ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Üzüldüm. ‘Oğlum bir çay getir hanımefendiye.’ diye bağırdım bizim çırağa. ‘Güzel bir ayakkabıdır. Biraz tamire ihtiyacı var. Ayıp olur bu şekilde verilmez. O da böyle isterdi. O yüzden size getirdim.’ dedi.”

Gözlüğünü burnuna sabitledi, bir yandan ayakkabımı boyamaya devam ediyordu. Eliyle oturduğum yeri işaret ederek “Tam şurada duruyordu ve yorgunluktan sallanıyordu kadıncağız.” dedi.  “Kimdi? Ne iş yapardı? Merakımdan çatlayacaktım. Üzülmesin diye soramıyordum. Tam cesaretimi toplamıştım ki ‘O bir Minerva’ydı.*’ dedi. Ayakkabının tamiri için gerekenden daha fazla ücreti masaya koydu ve ‘Ne olur itiraz etmeyin. Lütfen gerçekten insan olan ve ihtiyacı olan birine verin.’ dedi. Nutkum tutulmuştu. Cebinden çıkardığı mendili burnuna götürdü. Ağlayarak hızlıca kapıdan çıktı ve kalabalığa karıştı.”

Ayakkabıları elime aldım. Dokundum. Hikâye beni çok etkilemişti.

“Peki, isim, adres ya da telefon, hiçbir şey vermedi mi sana Numan Amca?”

“Hiçbir şey. Sadece ‘Minerva.’ dedi.”

Belki 80 belki 100 küsur yaşlarında veda etmişti hayata. Belki de kalbi dayanamamıştı yoğun koşuşturmalara. Kolay mıydı Minerva olmak. Yardım bekleyenler, kalbi kırılanlar, haksızlığa uğrayanlar, Minerva iş başındaydı. Birden bir süper kahraman oluvermişti. Oradan oraya koşturuyor, dertlere çare oluyordu. Bir gülümseme ve teşekkür ise aldığı en değerli ödüldü.

“Peki kime vereceksin Numan Amca bunları?” diye sordum. Cevap çok netti.

“Bir insan görebilirsem dışarıda tabii ki ona vereceğim.”

Karanlık iyice çökmüştü sokağa. Otobüs yolculuğunun ve şantiyenin verdiği yorgunluk her yerime nüfuz etmişti. Gidip bir an evvel uyumak istiyordum.

Sabah uyandığımda kalem ve kâğıt öylece yerde duruyordu. Kalktım. Elimi yüzümü yıkadım. Başım patlayacak gibiydi. Duvardaki takvimden birkaç yaprak yırttım. Bugün 20 Ocak 2007. Gece, “Minerva kimdi?” diye sorarken uyuyakalmıştım. Kilidi açtım. Kapıcı torbaya ekmek ve günlük gazetemi bırakmıştı bile. Gazeteyi masaya fırlattım. Kahvaltımı hazırladım. Çayımı doldurdum. Yudumlarken gözüm gazetedeki yüzüstü, boylu boyunca yerde yatan, üstü gazete kâğıtları ile örtülü adama takıldı. Ayakkabılarından birinin altı delikti.

* Minerva, Yunan mitolojisinde akıl, sanat, strateji, barış ve savaşın tanrıçasıdır. Roma mitolojisinde de Minerva diye anılır.

Gaye’nin notu: yazı çizi atölyesi ürünlerinden.

Yorumlar akışı .

yazı çizi  
Facebook Twitter More...