Mar 02

Pişmanlık | Yahya Salim

Yazan Editör Kategori atölyeden

Gecenin her yerden uzak bir vaktinde uyandı. Ellerini yüzüne kapadı ve ağlamaya başladı, neye uğradığını bile anlayamadan.

Kâbus görmüş olmalı. “Ne kadar tenhayım,” diye düşündü, alabildiğine geniş yatağın kenarına ilişerek. “Hayata ilişmek, evet benim varlığım bundan ibaret.”

Silkelendi hafiften, saatini arandı – saatin butonuna tıkladığında, günlük  egzersiz hedeflerine ulaşamadığını gördü. Son nabız ölçümü sıfırdı.

“Ne bekliyordum ki zaten, kalbim neden atsın.”

Oysa kanzerlere herşeyi vermişti evren. Öfkelendiğinde böyle derdi insanlara rahmetli beybabası, kanzerler…

***

Saat kaçtı acaba? O sırada, kentin ötesinde, karanlık dağın zirvesinde şimşek çaktı. Yüzü aydınlandı, dik saçlarına ve sivri kulaklarına vurdu parıltı. Ama bu sahneyi görüp titreyecek kimse yoktu ki etrafında. İçini çekti umutsuzca.

Opera çıkışında karşılaştığı adamı hatırladı. Saati sormuştu. Sohbet etmişlerdi – ne hakkında? Sonra karanlık bir sokağa girmişlerdi. Belediyeye sinirlendi – haylaz çocukların kırdığı sokak lambalarını değiştirmemişlerdi yine elbet. Gazetenin şikayet köşesine göndereceği yazıda öfkesini satır aralarına gizleyecekti.

Arnavut kaldırımlı sokağın taşları oynamıştı yer yer. Belediyeye şikayet edecek bir mesela daha. Sokağın iki yanında metruk evler sıralanmıştı. Camları kırık, pencere pervazları harap. Vadesi dolmuş yaşanmışlıkların belirsiz hatıraları, bir esnaf lokantasının tozlanmış tabelası, rengi solmuş. “Satılık” ilanları bazılarında. Başka bir dükkânın tabelası kaldırıma düşmüş, okunmuyor. Boş evler, sahipleri bir gece ansızın başka bir ülkeye sürülmüş, ellerinde apar topar düzülmüş bavullarıyla, artlarında rengini kaybetmiş bir hayat bırakarak.

***

Adamın sigarasını yaktı. Kibrit tutan elini iki avucunun arasına aldı adam. Belki dokundu sadece parmaklarına. Dokunuşu hatırlıyor şimdi sadece. Ceketinin altındaki beyaz saten gömlek buruşmuş biraz. Demek bir dairede çalışıyor; iş çıkışı arkadaşlarla buluşup içmiş. Bir masanın etrafındaki muhabbetin kokusu bulaşmış nefesinde.

Keyfi yerine gelince sokaklara vurmuş kendini, evinde bekleyeni olmasa gerek veya bu bekleyiş onun için heyecan verici değil artık, karşılığı yok. Kol düğmelerinden biri düşmüş, biri kırık.

Adam gülümseyerek bakıyor gözlerinin içine, derinlemesine. Dolunayın önüne geçiyor gri bulutlar. Adamın yüzünü tarif edemiyor bu yüzden. Bu daha iyi, onu şekillendirebilir, ayrıntıları kendi seçebilir. Bir şiirin ardına saklanıyor adamın çehresi.

***

Keşke dayanabilseydi – ah, o taze kan kokusu. Adamın üzerine atlayıp dişlerini boynuna geçirmişti. Ne zaman karar verdi, ne zaman atıldı üstüne, düşünmeye bile fırsat bulamadan. Bir talimatnameyi, başkasınca yazılmış bir senaryoyu takip ediyor sanki.

“Ah, hep aynı arzular, hep aynı hatalar. Büyüyebilecek miyim bir gün?”

Oysa onu evine davet etmeyi tasarlıyordu. O en çok sevdiği, pek gurur duyduğu karanfilli vişne liköründen ikram edecekti. Neredeyse yarım yüzyıldır açılmamıştı şişenin kapağı. Haminnesi, bu tarifi Hamiyyet Sultan’dan bizzat almıştı.

Ah keşke…

***

“Boş bir evin kapısını açarcasına girdi hayatıma. Arkasında boş bir ev bırakarak çekip gitti sonra.” Sokak lambaları kırık sokaktaki adamdan – yoksa bir çoğundan mı – şikayet ediyordu.

“Hayatınızın boş bir ev olduğunu ne zamandır hissediyorsunuz, Bay Vilo?”

“Asırlardır… Hmm, daha kesin söylemek gerekirse, İkinci Meşrutiyet devrinden beri, en azından.”

Sandalyesinde kıpraşıyor, gürgen parkeye gözünü dikiyor. Neden girdi şimdi bu ayrıntılara? Ah, evet, doktorun sorularına çelme takmak istiyor çünkü.

“Bunda benim de sorumluluğum olsa gerek, öyle değil mi?”

Ustaca yönlendiriyor konuşmayı. Cevabını pek beğeniyor. Doktorun da beğendiğini görebiliyor. Hazırlıklı geliyor randevularına. Modern zamanlarda takdir ettiği bir şey varsa, o da her konuda fazlasıyla ayrıntılı malzeme bulunması. Hisleri ve kelimeleri biriktiriyor, düzene koyuyor, temrin ediyor, kafasında tartıyor. Sonra bir bakıyor ki ona ait bu hisler, bu kelimeler.

“Bu sizin cevaplamanız gereken bir soru.”

“Ama anlamıyorsunuz beni doktor. Kanın tadı bir kez damarlarınızı doldurduğunda nasıl durabilirsiniz ki? Türümün binlerce yıl önce yaptığı bir seçimi nasıl değiştirebilirim ben?”

“Bir seçim yaparak…”

“Oysa beni ancak sizin anlayabileceğinizi sanmıştım… Neden titriyor elleriniz? Ah, ve bacaklarınız. Ah, bu koku…”

Not: yazı çizi atölyesi öykülerinden. Yahya Salim’in diğer öyküleri için tıklayın.

Yorumlar akışı .

yazı çizi  
Facebook Twitter More...