Ruhumdaki iz | Begüm Özbakır
Yazan Kategori atölyeden“Caddeleri, sokakları birbirine girmiş. Şu hep gittiğimiz dükkânı bulamıyorum. Ne tarafta kaldı acaba? Sağa mı dönmeliyim, sola mı?”
İnsana yabancı gelir mi hiç doğduğu büyüdüğü yer? O kadar içime dokundu ki! Avucumla koymuş gibi bulmalıydım oysa çocukluğumun yıllarını, yollarını. Demek her yere tesir etmiş savaşın etkisi.
Zor yıllardı. Sopası olan sopayla, silahı olan silahıyla, kılıcı olan kılıcıyla girdi savaşa. Tüm halk asker, her ev bir kaleydi. Umut hiçbir zaman gitmemişti. Sayesinde kazandık. Kazandık demek de utanç verici aslında. Kaç kişi felç, kör, sağır kaldı; kaç kayıp verdik söylemeye içim el vermez. İnsanlığın böyle bir şeyi bir daha yaşamaması için elimden geleni yaparım inanın. Öyle manzaralar gördük ki, savaştan sonra kalan da aklı selim kaldı sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Çoğu intihar etti. Kaç eve ateş düştü, bilinmez.
Ben kafamı bunlarla meşgul ederken o meşhur jak meyvelerinin satıldığı sokaklarda ilerlemeye devam ediyoruz. Annem şaşırıyor: “Sen bu yaşta nereden öğrendin savaşla ilgili bu kadar çok detayı?”
“Okudum anne, internet diye bir şey var değil mi?” Yaşadım diyemem ya!
“E ama asker adlarına kadar nasıl aklında tuttun be oğlum?”
“E onun sırrı da bana kalsın be anne!” Arkadaşlarımdı kaybettiklerim diyemem ya!
Kadın haklı. Boyu 1 metreyi geçmiş geçmemiş çocuk ne bilsin kimler öldü, yaralandı.
Şehitlerin gömüldüğü bir mezarlığın önünden geçiyoruz. Gördüğüm isimle içim cız ediyor. Anneme çaktırmamak için elimden geleni yapıyorum ama ana yüreği işte hemen fark ediyor.
“Ne oldu, gözlerin doldu? Bildiğin askerlerden birinin adını mı gördün yoksa?”
“Yok be anne hava baya nemli, sıcak. Her yerim yapış yapış oldu. Gözlerim de dolu gibi gözükmüştür sana.” Sevdiğim kızın napalm bombası yediği an gözlerimin önünde diyemem ya!
“Seni hiç böyle görmemiştim. Savaşla ilgili konuşmak seni çok etkiledi. Bir süre ara verelim ha ne dersin?”
Ara vermek mi? Yıllardır bununla yaşıyorum ben. Gecem gündüzüm.
“Olur, ara verelim.”
Seneler sonra buralara dönmek garip oldu tabii. Neden bu çocuğu seçtim bilmiyorum. Bu aileye gelmem gerek gibi hissettim, çünkü annemi birine benzetiyordum.
Şehir turumuzu tamamlayıp, annemin ziyaretine geldiği akrabalarının yanına dönmemiz gerekiyor. Sokak yemeklerinin tezgâh kalabalığından sıyrılıp sağa dönüyoruz. Sonra düz gidiyoruz, karşı yoldaki rampadan çıkıyoruz. Bir dakika! Bu yol çok tanıdık. Evet, şimdi sağa dönmemiz lazım tekrar. Aman tanrım, okulum! Canım okulum! Ah çocukluğum!
“Ne oldu heyecanlandın?”
“Anne şu okula gidebilir miyiz? Bak müze yapmışlar, çok güzel.”
“Oğlum okul değil orası artık tapınak. İnsanlar dua ediyor. Bir dakika, sen nerden biliyorsun oranın eskiden okul olduğunu?”
“İnternetten okudum anne, okudum!” Aman her şeyi sorguluyor bu da, terletiyor insanı!
İçeri giriyorum. Bahçesinde açan frangipaniler, dolana dolana tüm binayı saran sarmaşıklar, tütsü kokuları, mumlar… Huzur dolu bir ortamla karşılaşıyorum. Evet, bir bölümünü tapınak yapmışlar ama bir tane sınıfı da anı olarak sergilemeye bırakmışlar; benim sınıfımı. Dün gibi aklımda burada öğrendiğimiz şarkılar, toplama çıkarmalar, resimler, heykeller… İnsan bu kadar hızlı büyümemeli. Annem tapınak kısmına gidiyor, tütsü yakıp dua ediyor. Fırsattan istifade etrafı kolaçan ediyorum. Sınıfımdaki yaşıma dönüyorum. Bedenen o yaştayım, ruhum da o yaşa dönüyor. Duvarlara eski fotoğraflarını asmışlar okulumun. Saatlerce inceliyorum onları. Her şeyi ama her şeyi hatırlamaya çalışıyorum. E yaramazlıklarım da geliyor aklıma tabii. Hoca gelmeden tahtaya karaladığım resimlerle sınıfı güldürmelerim, taklitlerim, sınıftan kaçıp yediğim dayaklar… O anda alıveriyorum elime tebeşiri. Tıpkı çocukluğumdaki gibi başlıyorum bir şeyler karalamaya.
“Napıyorsun oğlum?”
Aha yakalandık!
“Hiiiç. Bişiler çiziyorum tahtaya.”
“Oğlum bu tahta sen bir şeyler yaz diye değil, çabuk in şuradan.”
Öyleydi aslında. Ama sen nereden bileceksin anne!
“Tamam anne haklısın.”
“Bak gel sana ne göstereceğim, eskiden benim anneannem de bu okuldaymış. Çok da başarılıymış. Ondan fotoğrafını asmışlar içeriye.”
Koşarak gidiyorum. İçimi cız ettiren, gözlerimi dolduran kadın karşımda duruyor. Gene başlıyor savaş görüntüleri, atılan napalmlar, parçalanan bedenler. Dayanamıyorum, ağlamaya başlıyorum.
Annem sarılıyor: “Ne oldu oğlum? Onu da mı okuduklarından tanıdın?”
“Hayır anne, hani çocuklar hisseder ya bazı şeyleri böyle sebepsiz ağlar, işte öyle bir şey oldu bana şimdi.”
Biraz önce sınıfında mutluluğu yaşayan o küçük çocuk gidiveriyor.
Açtığı yaraların nesiller boyu sürdüğünden habersiz, savaş bitti gitti zannediyorlar.
Not: yazı çizi atölyesi öykülerinden.