Yoklama | Yahya Salim
Yazan Kategori atölyedenElimde pazar çantalarıyla binanın kapısına vardığımda, ağzında yavrusuyla beni bekliyordu.
Seni bekliyormuş demek, diye seslendi arkamdan Adliye Kâtibi Nuran Hanım. Gözüm hiç tutmamıştı ama, kedicağızın bir bildiği vardır belki. Bakalım…
Karşı binadan Pakize Hanım, Nuran Hanımın Adliye’de kâtip olduğunu – belki de kâtip muavini, demişti – ama Adliye kâtibi olmadığını kulağıma fısıldamıştı. Günahı boynuna.
Gerçekten de tekir, beşinci kata kadar beni takip etti, kapıyı açmamı bekledi, salona ilerleyip yavruyu divanın köşebaşına yerleştirdi ve emzirmeye başladı. Selamsız sabahsız. Haftasını doldurmamış siyah yavru doymuş olmalı ki, tekir kapıya gidip kafasını yukarı kaldırdı, bekledi.
Nezaket gereği binanın kapısına kadar yolcu ettim, beklemeye başladım. Nuran Hanım, dörtten az doğurmaz bunlar, diyordu. Bekle, kapıda kalmasın, aldın başına belayı. Bakalım bu mesuliyetin üstesinden gelebilecek misin, hep beraber göreceğiz. Pakize Hanım! Kadına bak, cevap vermiyor en lazım olan zamanda.
Tekirden ertesi gün aynı saate kadar ses çıkmadı. Pakize Hanımların binasında, belki üç yavru vardır, diyorlarmış. Birini yemiştir, bakamayacak demek ki.
Her akşam saat altıda kapıdaydı tekir. Biraz erken geldiğimde bekleyenim yoktu, komşular da çıkmıyordu o saatte. Biraz geciksem, rezalet.
Olmaz ki canım, diyordu Nuran Hanım, yavrusunu emzirmek için seni mi bekleyecek zavallı tekir. Bakamayacaksan koy kapının önüne.
Pakize Hanımla konuşmuyormuş artık, beğenmediysen sen baksana kediye demiş, ya da rahat bırak adamı.
***
Nuran Hanım ocağın başında ayakta. Alüminyum kapta kaynayan iki yumurtaya dikmiş bakışlarını. Neden sonra hafiften silkeleniyor, pencereye dönüyor. Sanki bir ses duydu. Gelen giden yok binanın kapısında. Gözlerini yumurtalara döndürüyor. Kabı soğuk suyun altında tutuyor. Yumurtaları soyuyor. Tepsinin üzerindeki iki tabağa yerleştiriyor. Üzerine maydonoz doğruyor, tuz ve karabiber ekiyor, zeytinyağını sızdırıyor. Demliğe karanfil atıyor, dudaklarının kıpırtısından saydığını anlıyoruz. Karanfil tanesini çıkarıp kenara koyuyor. İki bardağa çay kokuyor. Birini soğuk suyla ılıştırıyor. Elinde tepsiyle oturma odasına gidiyor.
Televizyonun karşısında zamanın yıprattığı, rengi belli olmayan sofanın üzerinde yaşlı bir kadın yatıyor.
Doğrulabilecek misin biraz anne? Hadi şekerim, kahvaltımızı yapalım.
Nuran Hanım yumurtayı küçük lokmalara bölüp birer birer annesinin ağzına götürüyor. Hadi canım, bir lokmacık da benim hatırım için.
Anne söyleniyor. İtiraz ettiği belli ama neye, belli değil.
Televizyonda sabah ajansının okunduğunu işitiyoruz. M şehrinde işkence davasında sanıkların duruşmaya gelmediği…
Nuran Hanım, içim şişti vallahi diye söyleniyor, ajans bile ne hale geldi. Kanalı değiştiriyor. Bu kanalda uzmanlar var, sunucu işin ehline soralım diyor. Su böreği zeytinyağla mı yapılır, tereyağla mı, sosu ne zaman konulur. Kadınlardan biri pek çaçaron.
Annesinin ağzını siliyor özenle. Mutfağa gidip pencereden sarkıyor, bir karşı binaya, bir sokağa bakınıyor.
***
Saat tam altıda kapıya gelen tekir, benimle her bir katı teker teker çıkıyor, yavrusunu emziriyor, vazifesini tamamlamışlığın rahatlığıyla hem yavruyu hem de beni sessiz sedasız terk ediyor. Arkasına bakmadan… Sekizinci gün, dokuzuncu gün, onuncu gün, her gün aynı saatte… Mütemadiyen bir saatini ayırıyor bize.
Nuran Hanım her gün rapor alıyor, mahalledeki kedi hareketlerini uzun uzadıya anlatıyor. Unuttuğu bir ayrıntıya dönüyor, bazı noktaların hususiyetine işaret ediyor. İşkodralı Nalan Hanımların kedisi doğum yapmış, Kavalalıların oğlan sandığı kedi yavrulamış, ne şapşal bu insanlar…
Nuran Hanımla Pakize Hanım kavgaya tutuştular o sıralar. Nuran Hanım, devlet öyle bir şey yapmaz, diyordu.
Çocuklara işkence yapmışlar, ayyuka çıktı, devletin mebusu gitmiş emniyette bulmuş. Akşam ajansı bile geçti, daha nesini savunuyorsun ayol.
Neresi çocuk efendim, terörist. Ana babaları sahip çıkmamış demek ki.
Kavganın nereye varacağını merak ediyordum, ama eve dönüp raporumu yazmam gerekiyor. Çocukların avukatlarıyla görüşmüştüm o gün. Savcı, iddanamede işkenceden ceza isterken suçlamayı kötü muameleye çevirmiş, güleryüzlü memurlar mahkemede görevlerini yaptıklarını, vicdanlarının rahat olduğunu anlatmışlardı. Mahkemeyi ikna etmeye çalışmıyorlardı. Bakan, yapana değil yaptırana bakın efendim, diyordu. Sanık avukatları, mesele söz konusu şahısların terörist olup olmadıklarıdır hâkim bey, diyordu.
Yaz kızım: Mağdur sıfatıyla mahkemeye gelen A’nın ev aramasında devlet karşıtı kitaplar bulunduğu, devletin eğitim sistemini ve kurumlarını faşist olarak niteleyen notlarının zapt altına alındığı…
Annelerden biriyle konuşmak daha zor gelmişti. Çocuklarının emniyetten sağ çıkıp çıkmayacağı kaygısıyla yaşadığı günler geride kalmıştı. Sanıkların duruşmada pişkin pişkin güldüklerini, ne kadar rahat olduklarını anlatıyordu: Pervasızlığı düşünebiliyor musunuz? Arkalarında devlet var tabii. Bu bana daha ağır geliyor.
Yazıp kafamdan çıkarmalıydım bir an önce.
O akşamın ajansında, çocukların yurtdışına kaçtıklarını öğrendik. Yoklamada eksik yazıldılar o yıl.
***
Tamı tamına otuz gün sonra tekir son ziyaretini tamamladı, bir daha kapıya gelmedi. Nuran Hanım, eh artık sana emanet yavru, adını Garip koy, diyor. Akşamları geç kalma, mesuliyet sahibi olduğunu göster konu komşuya. Kapıdaki nöbet, Nuran Hanımla sohbet etme mecburiyetini de beraberinde getiriyor. Yavruyu kapıya götürüyorum, belki tekir kokusunu alır da gelir diye. Nuran Hanım, kıyamam ben sana, diyerek okşuyor Garip’i. Garip bundan memnun değil, sokağı, belki de Nuran Hanımı yadırgıyor, bir an önce evine – evimize – dönmek istiyor belli ki.
Evde başbaşa kaldığımızda Memduh diye çağırıyorum, Pakize Hanıma bakılırsa, Nuran Hanımın karşılıksız aşkının ismi.
***
Tekiri iki ay boyunca gören olmadı, yalan olmasın, iki buçuk ay diyelim. O sabah arkasında Memduh’la aynı büyüklükte üç yavrusuyla gördüm. Tek sıra halinde, kuyruklar ve gözler yukarıda, yürüyüp gidiyorlar. Bir çalım, bir görmezden gelme. Etrafa bakıyorum, sokak tenha, pencerelerden izleyen yok.
O akşam Nuran Hanım yine yolumu kesiyor.
Ne olmuş öteki yavrulara, gören oldu mu tekiri? Hiç ilgilenen yok yahu. Herkes vurdumduymaz.
Haberim yok vallahi, hadi size iyi akşamlar.
Not: yazı çizi atölyesi öykülerinden.