Yorgun Aşk / Mine Egbatan
Yazan Kategori atölyedenBir fotoğraf stüdyosundaydık. Annem ve arkadaşları biraz ileride sohbet ediyorlardı. O ise kaz ayaklarının ayrı bir güzellik kattığı gözleriyle bana doğru yol alıyordu. Sessizce. Anneme yakalanma korkusuyla kaçamak bakışlarla ona bakıyor, kulaklarıma kadar yanıp tutuştuğumu hissediyordum. İlk kez bana bu kadar derin, bu kadar çapkınca baktığını fark ediyordum. Yoksa? İçim titriyordu. Hafifçe başını eğip bana gülümsediğinde kafamı meşgul eden sorular, kilit altında tuttuğum yerden çıkıp beni sorguya çekiyorlardı. Hem de onun bal rengi gözlerinin ışığı altında. Olabilir miydi? Yoksa o da beni mi seviyordu? Ya ben, ben onu seviyor muydum sahiden? Nasıl olurdu? Mümkün müydü? Annem bilse ayıplar, baban yaşında, derdi. Umurumda mıydı? Bedenlerimize ve sevdalarımıza nasıl sınır çizerdik? Nasıl da üzülürdüm ona Memet Abi dedikçe. Koşmak, koşmak, koşmak isterdim uzun yollar boyunca, aramızdaki yılları ardımda bırakarak. Yoruluyordum.
Uykularım bölünüyor, “acaba”lara sarılıp uykuya dalmaya çalışıyordum. Sonra saçlarına kırağı düşmüş sevgilim beni kendine çekiyor, öpüyor, öpüyordu. O öptükçe ben eriyor, yok oluyordum. Rüyalarımın şaşkınlığı gün boyu peşimi bırakmıyordu. Her şeyin başkahramanı o olmuştu. Rüzgârın, yemeğin, yatağın… Anneme sürekli onu soruyor, onun olduğu her yere koşarak gidiyordum. Ancak hep kalabalıktık. Etrafımızda onlarca insan ve onlarca insana bedel annemin ağırlığı altında, sessizce bir şeyi büyütmeye çalışıyordum. Çok zordu. Umutsuzluğum içime kök salıyordu. Dallanıp budaklanıyordu her şey. Yoruluyordum.
Bir gece annemle çıkageldiler. Çakırkeyifti. Bal rengi gözleri hem utangaç hem davetkârdı. Annem bir şeyler sezmiş olmalı ki beni odama gönderdi. Bense incecik geceliğimle uçuşarak onun yanına oturdum. Kanyak içiyor, içtikçe kavruluyor, ona susuzluğumu bu şekilde gidermeye çalışıyordum. Kaygılarım beni özgür bırakmıştı. İlk defa ona Memet diye sesleniyordum. Gülümsüyordu. Sigarayla karışmış parfüm kokusunu balkondan esen rüzgâr bana getiriyor, kanyaktan daha çok beni sarhoş ediyordu. Annemin varlığını unutmuştum. Ve diğer her şeyi… Saçlarımı okşamasına izin veriyor, elleri ensemde, omuzlarımda gezinirken sınırsız olabilmenin mümkün olabileceğine inanıyordum. İnanmak istiyordum. Yorulmuyordum.
Bir aralık annemle göz göze geldiğimizde utandım. Âşık olmaktan, sevmekten utandım. Odama çekildim. Sarsıla sarsıla ağlamaya başladım. Onlar içeride ne yaptılar, ne konuştular bilmiyorum. Annemin ne diyeceğini tahmin edebiliyordum. O daha bir çocuk, kızın yaşında, diyecekti. Kulaklarımı tıkadım. Duyarsam canım daha da yanacaktı. Gün iyice ağardığında kapı usulca kapandı. Gidişini izlemedim pencereden. O gitti, sessizce büyütmeye çalıştığım şeyi yine sessizce ellerimle ezdim. Yorulmuştum.
Gaye’nin notu: yazı çizi atölyesi ürünü olan bu öykü, Özcan Karabulut’un “Rojda” (Aşkın Halleri, Can Yayınları, 2011) adlı öyküsünden esinlenilerek yazılmıştır.
Dipnotu okuduktan sonra söylemeliyim ki bahsettiğiniz yazıyı okumadım.Ama bir öykü için sıradan ve basit cümleler geliştirdiğinizi görüyorum.
İnkar etmemeliyim ki şu cümleniz beni gerçekten şaşırtıp yüksek sesle eşime okumamı sağladı .”O ise kaz ayaklarının ayrı bir güzellik kattığı gözleriyle bana doğru yol alıyordu. ” bence o kitaptan esinlense bile bu cümleyle kendinize özgün bir ifadeyle yerinizi korumuşsunuz.
Bir edebiyat sever olarak sürekli okuyup karalamanızı tavsiye ederim.
ELİNİZE SAĞLIK
sıradan ve basit cümlelerle iyi hikayelerin iyi anlatılamayacağı kanısına nasıl vardınız ben de onu merak ediyorum açıkçası.
ve tavsiyede bulunurken edebiyat sever olduğunuzu belirtmeniz hoş, lakin bir yazıyı beğenmeyip yazanı hakkında ‘yeterince okuyup karalamadığı’ izlenimine varmak için çok önyargılı değil misiniz?