Beterin beteri | Elif Çelebi
Yazan Kategori atölyeden
Hani derler ya “Şeytanın işi yok sana mı karışacak?” diye… Aksilik bu ya, işsiz şeytanlar hep beni bulurdu.
Oğlanın toplantısı mutlaka işyerindeki önemli bir görüşmeye rastlar, o olmazsa kılı kırk yararak öğle tatiline denk getirdiğim kuaför randevuma isabet ederdi. “Ay hiç mutfağa giresim yok, dışardan söyleriz” dediğim akşam yemeğe kayınvalidemlerin geleceği tutar, haftalardır peşinde koştuğum gündelikçinin bize geleceği gün, kocam beyin yurtdışı dönüşüne denk gelir, temizlik bilinemez bir tarihe ertelenirdi.
Hani abiler kız kardeşlerine sataşır ya, kurduğun düzeni bozar da aksilikten kurtulamazsın… Benim de bütün işlerim bozuk düzende seyrederdi. Bu sadece benim kaderim mi bilmiyorum. Sürekli indir kaldır, düş kalk! Bence tüm kadınların ensesinde, sessizce konuşan şeytansı bir abinin soğuk nefesi var!
Uzun bir süre “Daha kötüsü ne olabilir ki?” devrinde yaşamaya çabaladıktan sonra, biraz da yaşadığım şehrin verdiği serserilik kültürüyle aksiliklere, “Hop, dur bakalım babalık! Beterin beteri var!” demeyi öğrenmiştim. Nasıl öğrendim bilmiyorum. Sürekli çelme takan görünmez abime inat, kolumdan çekip kaldıran hayali entelektüel ablam sayesindeydi herhalde. Kalabalık ailelerdeki ortancalar gibi, ne kendini ispat edebilmiş ne de mücadeleden vazgeçen bir şehirde, taşra ile metropol arasına sıkışıp kalmış bir yerde yaşıyorduk. Kültür sanat, nefes alma duraklarımızdı. Ben de değme organizatörlere taş çıkartarak yakın çevremin kültür ataşesi olmuştum. Kendimi sanata ve sanatsevere adamıştım adeta! Bu şehirde bilet almak bile mesele olduğundan bazen toptan alır, aldığım sayıya göre seyirci toplardım. Akşam saati de bir güzel servis çeker, hani olur da evinden almadığım kişi varsa, mutlaka sağ salim evine ulaştırırdım. Sanat ayağımıza kadar gelmiş, ben milletin ayağına gitmişim çok mu!
Yine böyle aksilikten yorulup susamış gibi etkinlikleri taradığım bir gün, kuzen mesaj attı. “Uzun zamandır takipteyim, ‘Profesyonel’e kesin gitmeliyiz, ama bu kez taktik geliştirmemiz lazım!” Kocam bey güldü. “Duyan da cepheye çıkıyorsunuz sanır, ne kadar zor olabilir ki?”
Kuzen bu konuda tecrübeli, ne diyorsa harfiyen uyguluyordum. İnternet satışının olacağı büyük gün geldiğinde ikimiz de bilgisayar başında yazışmaya başladık.
“Sayfaya girince, işaret parmağın ‘satın al’ butonunun üstünde dursun.”
“İki dakika kaldı, saatlerimizi ayarlayalım mı?”
“Girdim ben, on saniyede bir sayfayı yeniliyorum.”
“Hah! Açtım ben açtım! Dondu ya, sayfa gitti.”
“Tükendi diyor bu! Nasıl ya? Daha bir dakika bile olmadı ki!”
Yok, imkânı yok biletleri internetten alamadık. Zaten hep yok satarmış. Bana bir hırs geldi, ne demek alamamak? Artık bu iş, namus meselesi olmuştu benim için. “Aslında bir yolu var” dedi kuzen.
“N’apıcaz kızım, gişeyi mi soyalım?”
“Kapısına kadar gidebilecek birini bulsak bile yeter. Hafta sonu gişe satışı varmış. Yalnız, sabah 8.00’de orada olmak lazım. Ha bir de kişi başı maksimum beş tane alınabilir!”
Hayda! Bu benim gibi bir organizasyon uzmanını bile zorlamıştı. Huyum kurusun kimseye de iş buyuramam. Gerçi buyursam n’olacak, kabak yine benim başıma patlar deyip kalemi kâğıdı aldım, başladım hesap yapmaya. “Gebze Üsküdar arası bir saat. Kocam beyi ikna et, oğlanı hazırla falan. Altıda kalksak? Yok artık! Ben tek gitsem? Asla olmaz, çok bilet lazım. Gerçi üç kişiyiz ama beş tane katiyen yetmez.”
Tası tarağı topladık, cuma akşamı Kadıköy’deki kuzende kaldık. Neymiş, “Profesyonel”e bilet alacakmışız. Tövbe tövbe, sanırsın izleyene plaket verecekler. Sabah yedide saat çaldı. Kocam bey homurdandı. “Yahu on beş dakikalık yol, atlar taksiye gideriz, ne kadar zor olabilir ki?”
“Deme deme, çağırma sabah sabah şeytan abimi şimdi” diyemiyorum tabii, “Kültür sanat meselesi bu, hafife almaya gelmez” dedim. Baktım sanat ateşi ikimizi de sardı, hızlı hızlı çıktık evden. Sahil sabah sabah mis gibiydi. Sessizlik, serin bir rüzgâr, taş bina ve devletimizin kapıdaki tabelası… Bir de gurur var tabii. “Bak, ‘sıraya giriniz’ diye yazı asmışlar” diyerek ağır kapıyı yavaşça ittim. İçerisi mahşer yeri gibiydi! “Gece çadır mı kurdunuz be kardeşim!” diye söylene söylene gişeye yöneldik. Arkamızdan, gözleri uykusuzluktan şişmiş bir kadın seslendi. “Listeye isminizi yazın.” Hoppala! Sağlık ocağı mı burası ya? Beş sayfalık isim listesinin en altına her ikimizi de yazdık. Yazdık ama bir yandan da soru dolu gözlerle birbirimize bakıyoruz. Bu ülkede devlet, gösterileri iptal edip salonlara kilit vurmamış mıydı? Bu devlet o devlet miydi? Alt tarafı elli kilometre yol geldik, galaksiler arası boyut değiştirdik mübarek.
Gişe memuru mezat yönetir gibi sattı biletleri. Kimi bizim gibi olayın şaşkınlığı ile yurdum insanının sanat aşkını ayakta alkışlamak arasında gidip geliyor; kimi de daha önce arkalardan izlediği bu sanatçılar geçidine en önden bilet almanın haklı gururunu yaşıyordu.
Oyun günü gelene kadar bu şoku üzerimizden atamadık. Aslında bilete bakınca ikinci bir şok yaşadık. Şimdi de on kişi Avrupa yakasına gitmek zorundaydık. Elim entel ablamı yokladı. Tuttu kaldırdı sağ olsun.
O gün yemedik yedirdik, giymedik giydirdik, oğlanı anneme, kendimizi de karşı yakaya attık. Daha başlama zili çalmadığı halde salon müthiş sessizdi, çıt çıkmıyordu. Grup lideri olarak, yapacakları her hareketten kendimi sorumlu tuttuğum seyirci ekibime talimatları verdim. “Telefonları tamamen kapatın, tir tir titremesin. Su şişelerini elinizde tutmayın çıtırdıyor. Çok su içmeyin, sıkışırsınız.” Kendimi de tebrik ettim. “Oh be, her şey ne kadar yolunda gitti.” Elim istemsizce enseme gitti. Bir soğukluk mu hissetmiştim?
Olağanüstü diyaloglar, mimikler ve muazzam beden dili karşısında mest olmuştuk. Salondaki tüm seyirci tek bir vücut olmuş aynı hazzı yaşıyorduk. Bu sırada benden bir ses yükseldi: “Gııırrrr”. Kocam bey bir bakış fırlattı, “Guurrrr”. Yanımdaki kıpırdandı, “Gıırr guurrr”. Koca bir şişe suyu bitirdim… Yetmedi iki koltuk yandaki kuzenlerden biri şeker gönderdi… O da olmadı kucağıma ne bulduysam koyup sesi kapatmaya çalıştım ama yok! “Gır gur gır gur” midem gurulduyordu. Şu son alkışı da hele bir halledelim, abimle ablamı karşıma alıp ciddi bir konuşma yapmalıydım. Şimdilik kocam beyin suyunu elinden alıp “Beterin beteri var” demekle yetindim.
Not: yazı çizi atölyesi öykülerinden. Çizim yazara ait.