Şub 11

Mayıs akşamüzerleri çok yorucu olurdu. Sessiz, insanı geçmişi düşünmeye iten gün batımları. Çok sevdiği adamları hatırlardı insan, hatırlanacak onca şeyin arasından. Güneşin bulutlar arasından sıyrılıp da suyun üzerine düşen çizgileri gibi, geçmiş günler açık seçik düşüverirdi hatıra. O geniş ufuk bırakıp sadece güneşin aydınlattığı kısımlara bakılır ya böyle manzaralarda, geçmişin de sadece o adamlarla ilgili anları düşünülürdü. Durduğun yerden uzaklaşmaya başlardı ruhun. Şimdinin sakinliğini yüreğinin dalgalarıyla dağıtır, oradan oraya savururdun benliğini. Devamı

Şub 08

Menekşeler soldu. O gideli on gün oldu. Gitmeye karar vereli on ay. Saksılara baktı. Gözleri doldu. Tam düşerken sağ gözünden damlacık, Cin kucağına zıpladı. Dikkati dağıldı. Tonik dizlerine sürtünmeye başladı. Hep Cin’i kıskanırdı. İkisini de kucağına alıp okşadı. Eli, sesi, ruhu titriyor, içi kanıyordu. Kanadı. Kediler şahidi oldu.

Kadife koltukta uyuyakaldı. “O”nun koltuğunda. Devamı

Şub 06

Kendi içine bakıyor, “derinn” bir boşluk. Kapı deliğinden bakıp bütün odayı görmeye çalışmak gibi. Asla göremezsiniz.

“Bunun, ucu bucağı var mı?” diye geçiriyor içinden. Cevabı yine kendi veriyor: “Yok… Ucu bucağı yok…” Demek ki “Uçsuz, bucaksız” böyle bir şeymiş. Derin, depderin ve bomboş…

Mühendis ya, hemen hesap yapacak. Gözleri kaç metreyi görebilir? De ki karanlık değil aydınlık… Kaç kilometreyi görebilir? Hesaplayamıyor. Devamı

yazı çizi