Nis 16

Griler ve yeşiller | Serpil Akçay

Yazan Editör Kategori atölyeden

Simsiyah bir gece. Dedemin çiftliğinde tarlalara doğru yürüyorum. Yemyeşil buğdayların içine dalıyorum. Başaklar, ilerledikçe yol açıyor bana.

Kendimi, kavmini kurtarmak için denizi ikiye yaran Hz. Musa’nın ardından, Allah tarafından vaadedilmiş topraklara yürüyen, ona inanan insanlar gibi hissediyorum. Bir güç buğday başaklarını ikiye yarıyor ama bunu yapan ben değilim. Şaşkınım. Uzunca bir süre aynı ritimde yürüyorum.

Havada yanık ve metal kokusu var. Bir de garip bir sessizlik. Göğüs kafesimde atan kalbimin sesini duyduğuma yemin edebilirim. Tarlanın tam ortasına geldiğimde, birden simsiyah geceyi insanın gözlerini kamaştıran bir ışık kaplıyor. Etraf gündüz gibi aydınlanıyor. Gayriihtiyari başımı göğe kaldırıyorum.

Gri metalik renkli, etrafa ışık saçan bir UFO tam başımın üzerinde havada asılı duruyor. Hipnotize olmuş gibiyim. Kaçmak istiyorum ama ayaklarım yere çakılmış gibi. Neden sonra beynimin içinden bir ses duyuyorum. Sakin ol, diyor bana.

Birden ayaklarım yerden kesiliyor ve göğe doğru çekiliyorum. Bir ışık huzmesinin içinden geçiyorum. Ve ucu bucağı olmayan, her tarafı bembeyaz bir alana geliyorum.

Beyazlık o kadar parlak ki etrafımdaki nesneleri ilk anda ayırt edemiyorum. Neden sonra gözlerim alışıyor. Gördüklerim sırtımdaki tüylerin hepsinin dikilmesine neden oluyor. Aslında hem içerideyim hem dışarıda. Cam bir fanus içinde yüzen bir balık gibiyim. Tek farkla, dışarıda gördüğüm dünya değil.

Sağımda solumda bana göz kırpan küçüklü büyüklü milyonlarca parlak yıldız var. Etrafımı simsiyah bir boşluk sarıyor. İçinde hayatımda görmeyi bile hayal edemeyeceğim güzellikte ve renkte nebulalar, gezegenler, kara delikler, altın sarısı toz bulutları. Gözlerimi bu muhteşem renk cümbüşünden ayıramıyorum.

Elimi uzatıyorum, onlara dokunuyorum. Sanki bu kapkara uzay boşluğunun bir kalbi var ve güm güm atıyor. Elimi gökkuşağını andıran bir renk deryasının içinden geçiriyorum. Bütün renkler bir sis gibi oraya buraya kaçıyor. Renkler ve şekiller hızla yer değiştiriyor.

İşte Jüpiter, sanırım şu da Venüs, Mars, bir yıldız kayıyor sonra gözümün önünden, arkasında Samanyolu ışıl ışıl. Bakmaya doyamıyorum. Kendimi yokluyorum, biraz önce yaşadığım korkudan eser yok. Beynim sürekli bana korkma diyor. Sakinleştirici iğne yemiş gibiyim. Normalde korkudan çıldırmış ve altıma yapmış olmam lazımdı.

Şimdi metal bir masanın üzerinde sırtüstü yatıyorum. Tenimde metalin soğukluğunu hissediyorum. Etrafımda kim olduğunu bilmediğim bir sürü yaratık var. Hepsi bana bakıyor. Boyları 1.30, 1.50 cm olan gri ve yeşil renkli yaratıklar.

Uzun kocaman bir yumurtayı andıran kafalarında ilk göze çarpan, yüzlerinin yarısını kaplayan ve simsiyah birer kara deliğe benzeyen gözleri. Burun delikleri ve ince bir çizgiyi andıran ağızları yüzlerini tamamlıyor. Benimle zihin yoluyla konuşuyorlar.

Onları anlayabiliyorum. Sana zarar vermeyeceğiz, diyor birisi, biz dostuz korkma, diyor bir diğeri.

Gri olanlardan biri iskeleti andıran üç parmaklı ellerini dokunmadan üzerimde gezdiriyor. Vücudumda bir sıcaklık ve huzur verici bir rahatlama hissediyorum.

— Kimsiniz? Beni neden buraya getirdiniz? Bana ne yapacaksınız?

— Biz dünyaya yetmiş milyon yıl uzaklıktaki bir uygarlıktan geliyoruz, diyor birisi. Dünya ve insan ırkı hakkında bilgi almak, bazen yardım etmek, bazen de daha önce aldığımız insanları takip etmek için geliriz, diyor bir diğeri.

— Yardım etmek dediniz. Neye? Kime?

— Mısırdaki piramitleri biz yaptık, diyor yeşil olan. O üçgen piramitlerin içinde bize ve uygarlığımıza ait bir sürü sır ve bilgi var. Hâlâ onları çözemediniz.

Kayıp şehir Atlantis bize ait bir uygarlık, bizim tanrılarımız inşa etti orayı dünyaya, sonra denizin dibine çektik. Bermuda şeytan üçgeni bizim manyetik alanımız. Henüz oranın sırrını da çözen olmadı mesela.

— Bizden milyonlarca ışık yılı uzaklıktaki bir uygarlıktan geldiğinizi söylüyorsunuz ki bu bizden ve ırkımızdan fersah fersah ileri olduğunuzu gösterir. Peki bilimde, ilimde, teknolojide sizden bu kadar geriyken bizden ne istiyorsunuz? Biz daha varoluş nedenimizi, Yaradanımızı anlayamamış bir ırkız, bizde sizin bilmediğiniz ne olabilir ki?

— Doğru soru. Sizin yaratıcınız sizi yoktan var ederken içinize kendinden bir sır gizledi, biz o sırrın peşindeyiz, onu henüz çözemedik. Çözdüğümüz zaman zaten sizinle işimiz bitecek.

Birden uyanıyorum. Yatağımdayım. Başucumdaki saat 8’i gösteriyor. Gün ağarmış bile. Odama nasıl geldiğimi hatırlamıyorum. En son hatırladığım buğday tarlalarına doğru yürüyüşe çıktığım.

Not: yazı çizi atölyesi öykülerinden.

Yorumlar akışı .

Yorumlar



yazı çizi  
Facebook Twitter More...