Jörmungandr | Yağmur Ön
Yazan Kategori atölyedenO koca şey balıkçının oltasına yakalandığında tekne sarsıldı. Makarayı var gücüyle dolarken ayaklarıyla teknesinin kenarlarından destek alıyordu. Yıllardır ona hizmet eden sadık arkadaşının tahtalarından çatırdama sesleri geldiğinde makara artık sona dayandı. Kanca yukarıya doğru yükselirken, ucuna yakalanan inatçıyı göremedi ama gök sanki ona “iyi iş” dercesine gürledi. Dudaklarının kenarları yukarı doğrulu kıvrılıp avının ayaklarına düşmesini bekliyordu ki, gözlerini memnuniyetle açıp kapadığı salisede gülümsemesi yerini dehşete bıraktı. Teknenin ucuna konan yaratığın göğsünde, kancanın saplandığı yerden kanlar akıyordu. Ve onun gelişiyle kapanan havada yüzü Azrail’i çağırırcasına griydi.
Yaratığın anlamsız sözcükleri kulaklarını doldurduğu an, bağırmak, sesini duyurmak için ağzını açtı ancak yetişemedi. Sadık dostu yaratığın ağırlığı yüzünden hızla dibe batmaktaydı.
Kollarını yüzeyde kalmak için çırpıyordu ancak ayaklarından tekneye çivilenmiş gibiydi. Ne kadar uğraşırsa uğraşsın tabanları tahtada kalmaya devam ediyordu. Korkuyla kafasını eğip baktığında teknesinin altında iki koca yarık açmış ve ayaklarına sıkıca dolanmış yosunları gördü. Uzayan kolları takip ettiğinde gözleri yaratığın çöp yeşili gözleriyle buluştu. Göz bebeği yoktu, sadece derin bulanık çukurlar vardı. Korku, kulaklarını zorlayan basınçla birlikte bütün vücudunu sarsarken sonsuz dibe batmaya devam ediyordu. En sonunda bilincini kaybetti. Bu yüzden yaratığın ona doğru süzülüp yılansı kollarını boynuna doladığını ve kendininkilere yaklaşan yaşlı bir insanınki gibi büzüşük dudakları göremedi.
Gözlerini açtığı yerde boğuk bir yeşil hakimdi, aynı yaratığın gözleri gibi… Anıları beynine doluşurken hızla doğruldu. Nefes almakta ilk önce zorlansa da kendini kontrol altına alıp ayağa kalkmayı başarmıştı. Küçük odanın duvarları yakut yeşili deniz kabukları ve açık yeşil denizyıldızlarıyla süslenmişti. Odada yattığı yatak dışında pek bir şey yoktu. Kolu olmayan kapı kendisini bulmayı zorlaştırıyordu. Oraya doğru telaşla ilerlerken beyninde yanlışlığın zilleri çalıyordu. Sanki bedeni beyninin komutlarına geç cevap veriyordu. Ayaklarını durdurup kafasını iki yana salladı. Herhalde yaşadığı şeyin şokunu hala atlatamamıştı. Ama buradan hemen çıkması gerektiğini biliyordu. Korkakça elini kaldırırken şüphelendiği şeyi birileri duysa, ona deli diyebilirdi. Ancak elini hızla sallayıp havada oluşan kabarcıkları görünce dehşetle çığlık atmaya başladı ve dışarıya sesiyle birlikte daha çok kabarcık çıktı. Gözlerindeki yaşlar açık denizin suyuna karışırken yüreği evinin, sıcak, huzurlu yatağının özlemiyle dolmuştu. Büyük bir ağırlıkla yere çöküp yanaklarını ellerinin arasına aldı. Gözyaşlarını hissetmek, ıslaklığı hissetmek istiyordu. Ama bu mümkün değildi, suyun altındayken bunu hissedemezdin.
Ona birkaç dakika, belki birkaç saat gelen bir süre boyunca olduğu yerde durduktan sonra vücudu yavaş yavaş bulunduğu ortama adapte olmuştu. Artık suda süzülen ayakları ve kolları farklı hissettirmiyor, aksine dünyası sanki başından beri böyle işliyordu. Küçük odadan çıkarken kapıyı sessiz bir şarkı söyleyerek açmış olmak bile farklı hissettirmedi. Hatta bir saray olduğunu anladığı yerde evinde gibiydi.
Koridorları odalarından daha büyük olan bu saray yeşilin birçok tonuyla kaplıydı. Evinin sahibesi olarak kendi vücudu da yeşildi. Pullu elini merdivenin tırabzanlarına sürterek çıktı ve evin en sevdiği odasının heybetli kapısından içeriye baktı. Gelmiş geçmiş bütün ev sahiplerinin fotoğrafının asılı olduğu oda, bunun dışında boştu. Fotoğraftaki yüzler birbirinin tekrarıydı. Buğulu yeşil gözleri kapının dışındaki eski ev sahibini izliyordu. Her biri eskiden onun olduğu gibi balıkçıydı.
Yüzgeçleri tatlı tatlı uğuldadığında kendi zamanının geldiğini anlamıştı. Büzüşük dudakları yukarı doğru kıvrılırken yosundan bacakları onun emriyle denizin yukarısındaki tekneye doğru gidiyordu. Kapıyı kapatan sahibelerin şarkısı bütün evde yankılanırken odaya çoktan yeni bir resim eklenmişti.
Not: yazı çizi atölyesi öykülerinden.