Nis 03

Sıcak | Güleyni

Yazan Editör Kategori atölyeden

Burası ormanın ortasında bir sahil. Daha önce geldim, bildiğim bir yer. Yıllardır giydiğim camgöbeği mayom üstümde. Bu yaşıma kadar hiç aşina olmadığım rahatlık duygusu, ince hafifçecik bir şal gibi tüm bedenimi sarmış. Ne göbeğimin yayıklığı ne memelerimin sarkıklığı umurumda. Kendimi ilk defa olduğum gibi, olduğum kadar insan hissediyorum.

Gözlerimi açmaya çalıştığımda güneş ışıklarının arsız dansına maruz kalıyorum. Asla gölgede değilim, hiç gölge yok. İyot kokusu diyorlar ya, denizin ruhu genzimden vücuduma yayılıyor. Az daha şikâyet edeceğim. Hava sıcak. Başımdan başlarım zaten terlemeye. Kirpiklerime düşen ter damlaları gözlerimi yakıyor. Yüzüstü yattığım yerden doğruluyorum. Kuma gömülmüş bedenimin kıvrımlarından kendini kurtaran kumlar halt varmışçasına diğerlerinin yanına koşturuyorlar. Sıcak kemiklerime işlemiş. Dizlerimi karnıma doğru çekiyorum, hiç bu kadar yakınlaşmamıştım her tarafı kıllarla kaplanmış bacaklarımla. Aylardır evdeydim tabii, hiç derdim olmadı şu kıllar. Ormandan taze rüzgâr esiyor, kaynağı her neresiyse henüz oradan çıkmış, yeryüzü ile yeni tanışmış… Saçlarımla oynaşıyor.

Çocuk sesleri buğulu bir görüntüden kulağıma çınlıyor. Yavaş yavaş sıcağın perdesinde görüntüler fark ediyorum. Hiç sevmezdim sıcağı. Ama bu sefer yaşadığımı hissettiren sıcağa sıkı sıkı sarılıyorum. Gittikçe kalabalıklaşıyor sahil. Nereden geldikleri belli değil. Hayatta kalanların doldurduğu sahil. Belki de doğanın, hayatın intikam almaktan imtina ettiği tüm insanların doldurduğu.

Hiç eşya yok yanımda. Bir havlunun eksikliğini hissediyorum elbet. Kimselerin de eşyası yok. Kumlar mı sıcak nedir, seke seke yürüyor millet. Ceylanlar koşturuyor ve görünürde hiç kaplan yok.

İsmimi hatırlamıyorum. Bana ne diyerek seslendiler şimdiye kadar? Hangi isimle kızdılar bana, belki de güzel sözler fısıldadılar kulağıma. Ama ismimi nasıl söylediler? Ağızlarını büzerek mi çağırmaları gerekti beni ya da ağır bir yemek sonrası rahatlama nefesi gibi mi seslendiler? Belki de kendi tınısı vardı ve mutluluk anlatırdı ya da belirdiği anda insan ağzında, hayvan yemişçesine bir hüzün.

Karşımda bana doğru ağır ağır yürüyen buhar bulutlarındaki kimseleri tanıdığımdan eminim. Yıllardır görmediğim hafiflikte, annem koşuyor. O kadar yavaş koşuyor ki bana ulaşması yüzyıllar sürer. Sıcağın ağırlığından herhalde, bir türlü adımlar kumlara olması gerektiği hızla düşmüyor, kum taneleri olması gerektiği hızla uçuşmuyor etrafa. Bu buluşmaları beklemek yıllar sürecek gibi. Yüzler gittikçe tanıdıklaşıyor. Sesler gittikçe yabancılaşıyor. Duyduğum tüm sesler sanki içimden çıkıyor. Midemde kulaklarım yükseliyor. Kulaklarımdan çıkış bulamayınca bir o yana bir bu yana çarparak, onun sesi bunun sesine, kimilerinin sesi kafama çarparak çın çınnnn. Tıpkı suyun üstünde uzandığında, denizin altından gelen seslerin çınlaması gibi. Küçücük bir taşın suyun kendinden kuvvetiyle salınmasından oluşan sesi duyuverirsin de kalbinin çıtırdamasını tuzla buz olana dek duyamazsın. Hepsini, tüm sesleri duymaya yemin ettim ve tüm gözleri görmeye.

Hava ne kadar güzel. Esen yele, yakan güneşe, gıdıklayan kuma, uyandıran seslere, tanıdık yüzlere ithafen denize mi girsem acaba?

Not: Çizim yazara ait. yazı çizi atölyesi öykülerinden.

Yorumlar akışı .

yazı çizi  
Facebook Twitter More...