Su Tadımcısı / Ali Atlıhan
Yazan Kategori atölyedenMutfakta nikelajlı yuvarlak taburede oturmuş Ulaş’ı ve üstesinden gelmesi gereken bulaşıkları seyrediyordu. Kahkahasını “Bir siktir git şurdan” diyen Ulaş’ın yüzüne bakarak daha da yükseltiyordu. Kucağındaki plastik salata kâsesinden aldığı, küçük, yuvarlak taneli üzümünü emerken eline gelen salkımın pörsümüş tanelerini de Ulaş’a atıyordu. Elbette isabet ettiremiyordu. Olsun, vakit geçiyordu işte. Düşünmeyi gerektirmeksizin bildiği bir şey vardı: Hayatındaki her şey gibi bu da rötarlıydı. Ya zamanın gerisinde ya da ilerisinde. Yanlış yaptığı her ne ise sorgulamıyor, değiştirmek için bir çaba da sarf etmiyordu. Böyle iyiydi.
Aysu Kaynaktürk. Patronun, deri ve gereksiz büyüklükteki koltuğundan, ağaçtan düşen primat gibi acemi ve telaşlı bir şekilde fırlayarak Aysu’nun yanına gelmesinden beri restoranın su tadımcısı. Son kez, elindeki bulaşıkları Allah’a emanet eden bakışıyla elini kurulamıştı. Bulaşıklarıyla başına gelen bu saçma sapan ayrılık nedeni, gerçek ismi için de geçerliydi. Artık onun adı Aysu olacaktı, bankada çalışan afili kadınlar gibi giyinip renkli kapaklı cam sürahilerin prensesi olacaktı. İşini sevdiğini söylemek zor, ama daha az çalıştığı kesindi. Rahattı. Üstelik seçkin müşterilerin, çeşmeden doldurduğu suya bir sürü övgü düzmesi bile bu işi eğlenceli kılmak için yeterliydi. İlk kez meslek denilen şeye bu kadar yaklaşmıştı hayatında. Restoran onun her şeyiydi. Burada yatıp kalkardı. Sık sık bulaşıkçı Ulaş’a bakıp gülerken cam kenarındaki o büyük yuvarlak masada nikâhının kıyıldığını düşünürdü.
Nadir Albino kadınlardandı. Güneşli havalarda restorandan çıkmaya korkardı. Sabah vakitlerinde çalışanları, arka bahçeye açılan kapının eşiğinde beklerken iki rakı bardağının dolu olanından boş olana sürekli su boşaltırdı. Gökyüzündeki bulutları işemeye zorlardı. Yağmurlu havada günün alışverişi ondan sorulur ve hatta patronun eyvallahı olursa bir saat de Kızılay’da aylak aylak takılmasına izin verilirdi. Yine öyle kelebek ömürlü yağmur gezisinin birinde Kızılay’ın arka sokaklarında kaybolmuştu. Etrafa bakınırken handiyse deli sandığı bir apaçinin, yanına yaklaşarak “Sigaranız var mı?” diye sormasına aldırış etmedi. Poşetleri sıkıca kavrayarak uzaklaşmayı düşünürken çantası çoktan apaçinin ellerindeydi, koşarak karşıya geçtiğini görüyor olmasına şaşırdı. Hatta içinden “Allah’ım bu nasıl hız, işini iyi yapıyor” diye düşündü. Hatta peşinden karşıya geçip yakalamayı da… Öyle de yaptı. Asfaltta burnunun dibindeki “Hayat” marka, beş litrelik plastik su şişesinden bulanık dünyayı gördüğünde ise ne olduğunu anlamaya bile çalışmadı. Sanki güneşe bakıyordu ve keyfini çıkartmalıydı.
Gaye’nin notu: yazı çizi atölyesi ürünlerinden.