Umudun Tırmık İzleri / Özgür Yıldırım
Yazan Kategori atölyeden− Nasıl yani? Ay Dede’nin sakalına tutunmaktan sıkılan umutlar, denize düşünce yakamoz mu oluyorlar?
− Evet, dalgalar o umutları gitmesi gereken kıyılara bırakıyorlar. Oradan da umutlar insanlara ulaşıyorlar.
− Saçma. Deniz her zaman dalgalı olmuyor ki. Hem denize kıyısı olmayan ülkelerde yaşayan insanlar ne yapıyor? Umutsuz mu kalıyor?
− Hayır, tutundukları insanlarla seyahat ediyor umutlar. Bazen bir bavulda, bir yolcu gemisinde, kırmızı bir elbisede, kıvırcık bir saçta, bazen bir gülümseyişte…
Durakladı adam. Sonra kıza döndü. “Bazen de minik bir kız çocuğunun yemyeşil bakan gözlerinde…”
O akşam babasının ne demeye çalıştığını anlayamadı kız. Elinde bavuluyla seyahat eden umut fikri, ona epey gülünç gelmişti. Ama söylemedi babasına. Yetişkindi sonuçta. Alınabilirdi. Onun yerine, başını gökyüzüne kaldırıp Ay Dede’ye baktı. Sakallarını göremedi salonun balkonundan. Acaba o da babası gibi merkezdeki berberde mi kestirmişti sakalını? Kendi de kesmiş olabilirdi. Yüzündeki çukurluklar da belki yanlış kesik izleriydi. Ama kesemezdi ki. Umutlar nereye tutunacaklardı? Denize baktı sonra. Üstünde parıldayan umutları görünce içine kucak dolusu yakamoz doldu.
“Hava soğudu.” dedi babası, “Girelim mi içeri?” “Tamam.” dedi küçük kız. Odasına gidince, kırmızı elbisesini çıkardı dolaptan. Yatağına serdi. Hiç umut yoktu üzerinde. Canı sıkıldı. Elbiseyi dolaba bırakıp pencerenin önüne gitti. Ay Dede’den bir şey diledi o akşam. Ay Dede de ona “Oldu bil.” dermişçesine göz kırptı. Heyecanla, herkes yatana kadar bekledi kız. Sonra yavaşça koridora yürüdü ve dış kapıyı aralık bıraktı. Odasına gelip umutla uykuya daldı.
Garip seslerle uyandı ertesi sabah. Annesinin ve babasının seslerini tanıyordu ama diğer sesler yabancıydı. Hızlıca odasından çıktı. Sonra bir şey dolandı ayağına. Tüylü, mini minnacık bir şey. Biri daha çıktı köşeden ve bir diğeri de babasının önünden fırladı. Minik ve sevimli bu şeyler, odaları dağıtmışlar, tezgâhtaki sütü halıya dökmüşler, mobilyaların hepsini tırmalamışlardı. Annesi başını iki elinin arasına almış, öylece otururken bir mutfak sandalyesinde, şaşkın; babası, yavruları evden çıkarmaya çalışıyordu. Bir yandan da evin kapılarını tamamen kapattığından emin olduğunu, bunların buraya nasıl girdiklerini hiç anlamadığını anlatıyordu karısına.
Küçük kız sevinçle bağırmaya başladı. “Ay Dede umutları göndermiş, hem de bir sürü. Biliyordum biliyordum! Demek ki insanlardan daha hızlı koşuyorlar diye kedilerle hem de!” Annesi ve babası afallamış halde döndüler kızlarına.
− Umut, bu kedileri sen mi aldın içeri?
− Hayır, Ay Dede gönderdi. Ben sadece içeri rahat girebilsinler diye kapıyı açtım.
− Ne yaptın sen? Nasıl açık bırakırsın kapıyı? Görmüyor musun şu evin halini? Hem ya başka biri girseydi. Hırsız olabilirdi. Niye yaptın bunu?
− Kardeşim, gökyüzüne gittiği için başka umutlar istedim Ay Dede’den. Öyle çok olsunlar ki annem yeniden gülsün.
Annesi aniden kaldırdı başını. Sonra yavaşça kalktı oturduğu sandalyeden. Küçük kıza doğru yaklaştı. Gözleri yaşlıydı. Kız anlam verememişti bu duruma. Annesi gülsün istemişti o. Yine ağlasın istememişti ki. “Anne ağlama.” dedi. “Ay Dede’ye ışığını kapatmamasını söyledim. Hem yıldızlar da söz verdiler bana, hiç sönmeyecekler. Böylece hiç korkmayacak geceleri kardeşim. Işıklar içinde yatacak.” Annesi, şaşkın bakakaldı kızına. Durdu önce. Sonra öyle sarıldı ki Umut’una, Umut sevgiyle kucaklaştı. Usulca “Teşekkürler.” diye fısıldadı kulaklarına. “Bana en büyük umudu zaten yollamıştı Ay Dede, beş sene önce, senle.” Gülümseyişi ay gibiydi.
O gün annesinin kendisine niye teşekkür ettiğini anlamadı küçük kız. Her şey Ay Dede’nin planıydı. Bu sefer ev hediyesi borcam değil kristalden gülümseyişti. Her gülümseyişte, babasının ne demek istediğini daha iyi anladı. Kardeşi gitse de gökyüzüne, annesinin Umut’u yıldan yıla büyüyecekti. Yan komşuları Leyla Teyze, “Alın şu kedilerinizi!” dese de, Ay Dede’nin sakallarından düşen umutlar, başka evlerin bahçelerine de girecekti. Böylece her bahçede kalacaktı mutlaka bir umudun tırmık izleri…
Gaye’nin notu: Atölye ürünlerinden.
Tebrik ediyorum. Öykünüzü okurken kendimi José Mauro De Vasconcelos’un Şeker Portakalı adlı muhteşem yapıtının sayfaları arasında buluverdim…