May 10

Svannah şehrinden 30 km güneye indiğinizde, tüm yollar Clarmont Tersanesi’ne ulaşırdı. Burası şehrin en büyük sanayi alanıydı. Her daim dövülen çeliğin sesini işitirdiniz. Vardiya usulüyle çalışan işçiler, Clarmont’a ait olmadıkları an birer ölüydü. Ne zaman ki Clarmont onları bağrına basar, içlerindeki canavar uyanır, kimisi çelik haddehanelerine, kimisi pruvalara, kimisi pupalara yönlenirdi. Demirin çığlığı içlerindeki bitmek tükenmek bilmeyen acıyı bastırırdı. Ürettikleri gemiler tanrılarıydı. Bugünlerde Agememnon adlı gemiyi yapmaktalar. Devamı

May 09

Mutfakta nikelajlı yuvarlak taburede oturmuş Ulaş’ı ve üstesinden gelmesi gereken bulaşıkları  seyrediyordu. Kahkahasını “Bir siktir git şurdan” diyen Ulaş’ın yüzüne bakarak daha da yükseltiyordu. Kucağındaki plastik salata kâsesinden aldığı, küçük, yuvarlak taneli üzümünü emerken eline gelen salkımın pörsümüş tanelerini de Ulaş’a atıyordu. Elbette isabet ettiremiyordu. Olsun, vakit geçiyordu işte. Düşünmeyi gerektirmeksizin bildiği bir şey vardı: Hayatındaki her şey gibi bu da rötarlıydı. Ya zamanın gerisinde ya da ilerisinde. Yanlış yaptığı her ne ise sorgulamıyor, değiştirmek için bir çaba da sarf etmiyordu. Böyle iyiydi. Devamı

May 08

Evin duvarları yeni sıvanmış, pencereler henüz boyanmıştı. Mustafa Efendi, en büyük oğlu İbrahim’i evlendirmeye karar verdiğinde yaptırmıştı burayı. Aynı evde yaşayacaklar, aynı kapıdan geçeceklerdi. Yeme içme de bir olacaktı, yatmak için pabuçlarını giyip on adımda hayattan geçerek odalarına girecekler; sadece yatağa girdiklerinde yalnız kalacaklardı. Toprağa verdiklerini topraktan alacaklar, bugüne kadar nasıl yaşadılarsa öyle yaşayacaklardı. Ne istediklerine göre değil, ne elde edeceklerine göre… Devamı

yazı çizi